Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Festivalde boykot var

$
0
0

34. İstanbul Film Festivali’nde sansür krizi yaşanıyor. Sinema Genel Müdürlüğü, festival yönetimine yerli filmlerin eser işletme belgesi alma zorunluluğunu hatırlatınca Kuzey/Bakur filminin dünkü gösterimi iptal edildi. Bunun üzerine sinemacılar boykot kararı aldı; 23 film, festivalden çekildi.

34. İstanbul Film Festivali, sansür kriziyle sarsıldı. Dün 16.00 seansındaki Kuzey / Bakur filminin gösterimi, Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün uyarısıyla iptal edildi. Sinema Genel Müdürlüğü, “Sinema filmlerinin değerlendirilmesi ve sınıflandırılmasına ilişkin usul ve esaslar hakkında yönetmelik”in 15. maddesine göre festivallerde gösterilecek Türkiye’de üretilen filmlerin kayıt-tescil ve eser işletme belgesi almış olması zorunluluğunu festivalin düzenleyicisi İKSV’ye hatırlattı. Bu belgeye sahip olmayan Kuzey filminin gösterimi iptal edilince sinemacıların tepkisi sert oldu.

23 FİLM, FESTİVALDEN ÇEKİLDİ

Sinema meslek birlikleri dün akşam üzeri Cezayir Restaurant’ta acil bir toplantı yaparak festivali boykot kararı aldı. Kuzey adlı belgesel filmin yönetmeni Ertuğrul Mavioğlu’nun da aralarında bulunduğu sinemacılar, bu durumu sansür olarak nitelendirip Kuzey filmi gösterilene ve festival filmlerine tescil belgesi şartından vazgeçilene kadar filmlerini festivalden çekeceklerini duyurdu. Festivalin ulusal yarışma, belgesel ve Türkiye sineması bölümlerinden 23 filmin yapımcısı bu uygulamadan geri dönülmezse festivalden çekileceğini açıkladı. Ayrıca Nuri Bilge Ceylan, Erden Kıral, Tayfun Pirselimoğlu, Onur Ünlü, Reis Çelik, Yeşim Ustaoğlu gibi isimlerin de yer aldığı 200’ü aşkın sinemacı Kültür Bakanlığı’na bir mektup yazdı. İlgili yönetmeliğin yeniden düzenlenmesini isteyen sinemacılar, filmlerin eser işletme belgesi aranmaksızın tüm festivallerde özgürce gösterilmesini talep etti.

Festival süresince bu belgeye sahip olmayan bir belgesel ve beş kısa filmin gösterilmiş olması, Kuzey/Bakur’un siyasi sebeplerden dolayı sansürlendiği iddialarını güçlendiriyor. Ertuğrul Mavioğlu ile Çayan Demirel’in yönettiği film, PKK’nın dağ kadrolarının günlük yaşamlarını konu alıyor.


Latin Amerika’nın sesi Eduardo Galeano sustu

$
0
0

Dünya edebiyatı aynı gün iki büyük ustayı yitirdi. Günter Grass'tan sonra Uruguaylı ünlü yazar Eduardo Galeano'nun ölüm haberi geldi.

“Latin Amerika'nın Kesik Damarları”nın yazarı Galeano, 74 yaşında hayata veda etti. Galeano’nun geçtiğimiz cuma günü akciğer kanseri sebebiyle Uruguay'ın başkenti Montevideo'daki bir hastaneye kaldırıldığı haberleri gelmişti. 1971 yılında yayımlanan “Latin Amerika'nın Kesik Damarları” adlı kitabıyla bütün dünyada ünlenen Galeano'nun kitapları Türkçe’nin de aralarında bulunduğu 20 dilde yayımlandı. Başta Güney Amerika olmak üzere tüm dünyadaki insan hakları ihlalleri ve tarih boyunca insanlığa karşı işlenmiş suçlar Galeano’nun eserlerinde en çok işlediği konular arasındaydı. “Gölgede ve Güneşte Futbol” adlı eseriyle ününü genişleten Galeano, gazetecilik ve yazarlığa başlamadan önce fabrika işçiliği dahil pek çok işte çalıştı. Galeano’nun dilimizde, çeşitli yayınevleri tarafından yayımlanmış pek çok kitabı bulunuyor. Başlıca eserleri: Latin Amerika'nın Kesik Damarları, Ateş Anıları, Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri, Tepetaklak, Zamanın Ağızları, Yürüyen Kelimeler, Kucaklaşmanın Kitabı, Gölgede ve Güneşte Futbol, Aynalar, Ve Günler Yürümeye Başladı.

Cannes'ın açılış filmi açıklandı

$
0
0

Bu yıl 68. kez düzenlenecek Cannes Film Festivali'nin açılış filmi belli oldu.

13-24 Mayıs arasında düzenlenecek festival, Fransız yönetmen Emmanuel Bercot'un La Tête haute filminin gösterimiyle başlayacak. Sinema dünyasında 'sürpriz' olarak sayılabilecek bu tercih ile Cannes tarihinde ilk kez bir kadın yönetmenin yapımı açılış filmi olacak. Malony adlı bir gençin yetişkinliğe geçiş döneminde yaşadıklarını konu alan filmde

usta oyuncu Catherine Deneuve'e Benoî;t Magimel, Sara Forestier and Rod Paradot eşlik ediyor.

Latin Amerika’nın sesi Eduardo Galeano sustu

$
0
0

Dünya edebiyatı aynı gün iki büyük ustayı yitirdi. Günter Grass’tan sonra Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’nun ölüm haberi geldi. Ve Günler Yürümeye Başladı, Aynalar, Latin Amerika’nın Kesik Damarları gibi kitapların yazarı Galeano, 74 yaşında hayata veda etti.

Galeano’nun geçtiğimiz cuma günü akciğer kanseri sebebiyle Uruguay’ın başkenti Montevideo’daki bir hastaneye kaldırıldığı haberleri gelmişti. 1971 yılında yayımlanan Latin Amerika’nın Kesik Damarları, yakın zaman önce Sel Yayıncılık tarafından Roza Hakmen ve Attila Tokatlı’nın çevirisiyle yeniden okura sunulmuştu. Bu kitabıyla bütün dünyada ünlenen Latin Amerika edebiyatının usta kaleminin kitapları, Türkçenin de aralarında bulunduğu 20 dilde yayımlandı.

Başta Güney Amerika olmak üzere bütün dünyadaki insan hakları ihlalleri ve tarih boyunca insanlığa karşı işlenmiş suçlar Galeano’nun eserlerinde kendine yer buldu.

Gölgede ve Güneşte Futbol adlı eseriyle ününü genişleten Galeano, gazetecilik ve yazarlığa başlamadan önce fabrika işçiliği dâhil birçok işte çalıştı. 14 yaşında hazırladığı çizgi roman, Sosyalist Parti’nin yayın organı El Sol’da yayımlandı. Bu Galeano’nun politik bir yazar olacağının ilk işaretiydi. Gazetecilik serüveni 1960’larda, Mario Vargas Llosa gibi yazarların da katkıda bulunduğu haftalık Marcha gazetesinde editörlük ile başlayan usta yazar, …poca adlı dergide çalıştıktan sonra University Press’te genel yayın editörü oldu.

DARBELER PEŞİNİ BIRAKMADI

Politik bir çizgide yayınlarına devam eden Galeano, Uruguay’da 1973’te yaşanan askeri darbe sonucunda iktidar değişince hapse atıldı ve Arjantin’e sürgüne gönderildi. Burada kültürel bir dergi olan Crisis’i kurdu. Fakat darbeler peşini bırakmadı. Üç yıl gibi kısa bir süre sonra, 1976’da, Arjantin’de de askeri darbe oldu. Videla rejimi iktidara gelince Arjantin’den İspanya’ya kaçtı. Ünlü üçlemesi “Ateş Anıları”nı burada kaleme adlı (Yaratılış, Yüzler ve Maskeler, Rüzgarın Yüzyılı).

Galeano, Ve Günler Yürümeye Başladı adlı kitabında yılın 365 gününü, gün başına bir “gerçek”le anar. Yazar kitapta Türk okuruna da göz kırpmış ve 6 Ocak başlığını Nâzım Hikmet’in vatandaşlığa geri alınmasına ayırmıştı: “Türkiye 2009’da, daha önce vatandaşlıktan çıkarılmış olan Nâzım Hikmet’i vatandaşlığa geri aldı ve hem en sevilen hem de en nefret edilen şairinin Türk olduğunu kabul etti. O bu güzel haberi öğrenemedi…”

Nobel’li Alman yazar Günter Grass veda etti

$
0
0

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi (1999) Alman yazar Günter Grass, son yıllarını geçirdiği Almanya’nın Lübeck şehrinde dün hayatını kaybetti.

Almanya’nın en önemli yazarlarından biri olan 87 yaşındaki Grass’ın hastanede öldüğünü yayıncısı duyurdu. 1927’de Polonya’nın Danzig (şimdiki Polonya sınırları içindeki Gdansk kenti) şehrinde doğan Grass, yazarlığının dışında heykeltıraşlığı, şairliği ve politik duruşuyla çağdaş Alman edebiyatının en önemli isimlerinden biriydi. 1959 yılında yayımladığı Danziger Üçlemesi’nin ilk romanı Teneke Trampet (Die Blechtrommel) ile dünya çapında ün kazandı. Ardından serinin diğer romanları Kedi ve Fare (Katz und Maus) ile Köpek Yılları’nı (Hundejahre) yayımladı. Lokal Anestezi, Pisi Balığı, Kafadan Doğumlar, Uzak Tarla, Yüzyılım ve Kanser Yolunda gibi pek çok esere imza atan Grass, geçtiğimiz yıl sağlık sorunlarını sebep göstererek artık roman yazmayacağını açıklamıştı.

SS GÖNÜLLÜSÜ GRASS, HAYAL KIRIKLIĞI YARATTI

Günter Grass, sadece yetenekli bir romancı değil, aynı zamanda oyun yazarı, şair, heykeltıraş ve kendi kitap kapaklarının tasarımını yapan çok yönlü bir sanat adamıydı. Siyasette de aktif rol oynadı ve 1960’lı yıllardan itibaren Sosyal Demokrat Parti SPD’ye destek verdi. Grass, Türkçeye İlknur Özdemir’in kazandırdığı Soğanı Soyarken (2008) adlı anı kitabında yaptığı itirafla da çok konuşuldu. On yedi yaşındayken Hitler’in seçkin birliği Waffen SS’e gönüllü olarak yazıldığını yıllar sonra itiraf etmesi tepkilere yol açtı ve ‘ahlakî; otorite’ olarak görülen Grass’ın itibarını ciddi anlamda zedeledi. Yıllarca Almanya’nın Nazi geçmişiyle hesaplaşmasını savunan ünlü yazar, bir anda ‘ikiyüzlü’ olmakla suçlandı.

İSRAİL, İSTENMEYEN ADAM İLAN ETTİ

Soğanı Soyarken’de o günlerden şöyle söz ediyor Günter Grass: “Hitler Gençliği’nin bir üyesi olarak sonuna kadar inançlıydım. Fanatik değildim, en ön safta yer almıyordum ama gözümü refleksle bayrağa dikerek, ki o bayrağın bizim için ‘ölümden de öte’ olduğu söyleniyordu, neferlerin arasında yer aldım, uygun adım yürüdüm. Hiçbir kuşku inancımı zedelemedi, kışkırtıcı şeyler, örneğin propaganda için hazırlanmış broşürlerin gizlice elden ele dolaşması, beni aklayamaz. Etrafımız düşmanlarla çevriliydi, anavatanımı tehdit altında görüyordum… Hem o delikanlıyı hem de kendimi temize çıkartmak için, ‘Bizi kandırdılar!’ bile diyemem. Hayır biz kandırılmamıza izin verdik, ben kandırılmama izin verdim.” Yazar, 2012 yılında ise başka bir konunun odağı oldu ve İsrail’in bölgedeki politikalarını eleştiren şiiriyle tartışmalara yol açtı. Yazdığı şiirle, İsrail’i “dünya barışı için tehlike” olarak tanımlayan Grass, İsrail tarafından istenmeyen adam ilan edildi.

MİNARELİ CAMİ İSTEMİŞTİ

Polonya göçmeni bir ailenin çocuğu oluşu, Günter Grass’ın Almanya’da azınlık haklarına karşı duyarlılığını hep canlı tuttu. SPD’de siyaset yaparken ve sonrasında Türkler ve başka ‘yabancılar’ın sorunlarıyla yakından ilgilendi. Azınlıkların gündelik hayatlarını ilgilendiren konularla, kültürel ve siyasi haklarıyla ilgili kampanyalara destek verdi. 1970’lerde Süddeutsche Zeituy gazetesinde yazdığı yazılarda Berlin’de yaşayan Türkler için minareli bir cami yapılmasını savunuyordu. Taraf Gazetesi’nde Yasemin Çongar’a verdiği röportajda (22 Nisan 2010), “Kırk yıl geçti, Avrupa cami alerjisinden kurtulamadı hâlâ.” demişti.

YAŞAR KEMAL’İN YAKIN DOSTUYDU

28 Şubat 2015’te kaybettiğimiz Türk edebiyatının büyük ustası Yaşar Kemal ile uzun yıllara dayalı bir dostluğu bulunan Grass, arkadaşının ardından tüm Türkiye’ye baş sağlığı dilemiş ve 2 Mart 2015’te Cumhuriyet gazetesinde yazdığı yazıyla ona şöyle veda etmişti: “Ben de çok iyi bir romancının yanı sıra güvenilir bir dostumu, engin yürekli bir yol arkadaşımı kaybettim. Türkiye-Almanya Kültür Forumu’nun onur başkanlığını paylaştığımız yirmi yılı aşkın bir süredir birçok kereler bir araya geldik. 2010 yılında daveti üzerine geldiğim İstanbul’dan unutulmaz anılarla dönmüştüm.”

Grass’ın son kitabı geçen yüzyılın bir hesaplaşmasını içeren “Yüzyılım” adlı çalışmasıydı. Türkiye’de yayımlanan kitapları arasında Teneke Trompet, Kedi ve Fare, Yengeç Yürüyüşü, Köpek Yılları, Uzak Tarla, Lokal Anestezi, Pisi Balığı, Dişi Fare, Kafadan Doğumlar, Yüzyılım, Yengeç Yürüyüşü, Soğanı Soyarken gibi eserler yer alıyor. Günter Grass’ın Türkiye’de bir de sergisi açıldı. Yazarın ‘Pisi Balığı’ romanı için yaptığı gravürlerden oluşan sergi, 2004 yılında Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde bir ay süreyle açık kaldı.

Sansüre büyük tepki: İstanbul Film Festivali'nde yarışmalar iptal

$
0
0

34. İstanbul Film Festivali’nde, önceki gün Kuzey/Bakur belgeselinin sansür edilmesiyle başlayan kriz devam ediyor. İKSV yönetimi, dün basın toplantısı düzenleyerek 19 Nisan’da sona erecek festivalin tüm yarışmalarını ve kapanış törenini iptal ettiğini açıkladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ise yaptığı yazılı açıklamada İKSV’yi suçladı.

34. İstanbul Film Festivali’nde önceki gün yaşanan sansür krizinin ardından, yarışmalı ve yarışma dışı bölümlerden 23 filmin çekilmesinin ardından dün festival yönetimi ve jüri üyeleri Martı İstanbul Hotel’de basın toplantısı düzenledi. Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün festivalin düzenleyicisi İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’na (İKSV) yapılan yönetmelik uyarısı sonrası Kuzey/ Bakur filminin gösteriminin iptaliyle başlayan krizde jüri iyelerinin ve festival yönetiminin tepkisi de sert oldu. Festivalde filmi olan yerli ve yabancı sinemacıların da hazır bulunduğu toplantıda, festival direktörü Azize Tan, festivalden filmini çeken sinemacıları desteklediklerini söyledi. Festivalin Altın Lale Uluslararası Yarışması’nda yer alan film gösterimlerinin devam edeceği ancak Ulusal ve Uluslararası Altın Lale ve Ulusal Belgesel Yarışmaları ile festivalin kapanış töreninin iptal edildiği açıklandı.

Toplantıya Festival Direktörü Azize Tan, Altın Lale Ulusal Yarışma Jüri Başkanı Zeki Demirkubuz, Altın Lale Uluslararası Yarışma Jüri Başkanı Rolf De Heer ve jüri üyesi, Melisa Sözen, En İyi İlk Film Yarışma jüri üyesi M. Fazıl Coşkun, Ulusal Yarışma jüri üyesi Şebnem İşigüzel, Ulusal Belgesel Yarışma jüri üyeleri Emel Çelebi ve Pelin Esmer katıldı.

Bugüne dek fiilen uygulanmasa bile söz konusu yönetmeliğin 2004’ten bu yana festivaller ve sinemacılar için büyük bir sıkıntı olduğunu belirten Tan, yönetmeliğin değişmesi için daha önce de görüşmelerde bulunduklarını söyledi. Tan, ayrıca, “Bu belge aslında uygulanmayan ya da istenilen zaman uygulanan bir kanunun film gösterimlerinde demokrasinin kılıcı gibi festivallerin üzerinde sallandırılmasıdır. Yasanın varlığını tüm festivaller biliyor ama biz filmleri gösterebilmeyi tercih ettiğimiz için yönetmeliklerimizde bu belgeyi talep etmiyoruz. Aslında bu, festivaller açısından durumu idare eden bir yaklaşım. Belki de durumu artık daha fazla idare etmememiz gerekiyor. Bu konuyla yüzleşerek mevcut yönetmeliklerin ve sinema kanununun değiştirilip tüm sektörü rahatlatacak değişikliklerin yapılması için hep beraber dayanışma içinde olmalıyız.” dedi.

Toplantıda, festivallerde gösterilecek Türkiye’de üretilmiş yapımların kayıt tescil belgesi almasını zorunlu tutan yönetmeliğin değişmesi, yerli ve yabancı filmler arasında gözetilen farklı uygulamanın kaldırılmasının sağlanması için tüm sektöre, festivallere, meslek birliklerine dayanışma içinde olma çağrısı yapıldı. Festival yönetimi, festivalde filmlerini göstermeme kararı alan film ekiplerini de gösterim saatlerinde sinema salonlarına gelerek, kendilerine ait olan bu süreyi bir tartışma alanına çevirmeye davet etti. Ayrıca bugün saat 15.30’da Atlas Sineması’nda sektördeki meslek birliklerinin ortak yapacağı bir basın toplantısı gerçekleştirilecek.

Kültür ve Turizm Bakanlığı da dün konuyla ilgili bir yazılı açıklama yaparak, İKSV’yi suçladı. Bakanlık açıklamasında, “Söz konusu yazı festival yönetimine yeni gönderilmemiş olup, ilgili mevzuatın hükümlerinin hatırlatıldığı 9 Ocak 2014 tarihinde gönderilen genel bir bilgilendirme yazısıdır.” denildi. Bakanlık açıklamasında, “Ortada terör örgütü propagandasının söz konusu olması hiçbir şekilde temel demokratik değerlerle ve düşünce özgürlüğünün evrensel kriterleriyle bağdaşmayan bir durumdur. Bu noktada terör örgütü propagandası konusu da söz konusu vakfı ve festival yönetimini ilgilendirmektedir.” denildi.

Zeki Demirkubu: Sansürde seçim siyaseti etkili

Altın Lale Ulusal Yarışma Jüri Başkanı Zeki Demirkubuz ise, “Bu ülke akıl dışı yanlarından ve topuğuna sıkarak kendini var ediyor. Birileri bu filmin programına bakıp gözden geçirdikten sonra Bakur filminin yasaklanmasına karar verilmiş. Seçim zamanlarının bunda çok büyük etkisinin olduğunu düşünüyorum. Geçen günkü ülke içi çatışmaların, öldürülen katırların ve pek çok şeyin bunda etkisi olduğunu düşünüyorum.” dedi.

TEB: Tehditkâr dilden vazgeçilmeli

$
0
0

Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) ve Pen Yazarlar Birliği, tiyatro eleştirmeni Üstün Akmen’e, kendisine hakaret ettiği gerekçesiyle tazminat davası açan Ömer Çelik’e karşı dün bir açıklama yayınlandı.

Zeynep Oral, Seçkin Selvi, Zehra İpşiroğlu, Halil İbrahim Özcan, Tarık Günersel, Haydar Ergülen’in aralarında olduğu birliklerin açıklamasında, “Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ömer Çelik’in yazar-eleştirmen Üstün Akmen’e açmış olduğu davaya dayanak da olan TÜSAK hakkında görüşlerin dile getirilmesinden, yazıya dökülmesinden rahatsızlık duyulmasının, bunun ötesinde yargı yoluna gidilerek adeta fertlerin bu haklarını kullanmasına set çekilmek istenmesinin, demokrasi sistemiyle bağdaşmadığını, düşünce özgürlüğünün kısıtlanması anlamına geldiğini belirtir, eleştiri karşısında takınılan bu tehditkâr yaklaşımdan vazgeçilmesi gerektiğini vurgularız.” denildi.

Yoksa küratörler canavar mı?

$
0
0

Küratörlüğünü Senem Çağla Bilgin’in yaptığı ‘Küratör Denen Canavar’ başlıklı sergi 10 Nisan’da Ankara’daki Siyah Beyaz Sanat Galerisi’nde açıldı.

Farklı disiplinlerde çalışan dokuz sanatçıyı ve eserini bir araya getiren sergiyi görmek için son tarih 11 Mayıs. Serginin sanatçıları arasında Burak Ata, Fırat Engin, Nihat Kemankaşlı, Joana Kohen, Mehmet Kösemen, Murathan Özbek, Ardan Özmenoğlu, Seçkin Pirim ve Tuğberk Selçuk bulunuyor. Ayrıntılı bilgi için: www.galerisiyahbeyaz.com


Çocuklara ücretsiz sinema şenliği

$
0
0

Çocuklara 23 Nisan hediyesi olarak 2008 yılından beri düzenlenen 8. Ülker Çocuk Sinema Şenliği, bu yıl 18 Nisan Cumartesi günü yapılacak.

Şenlikte bu yıl, Walt Disney Animasyon Stüdyoları’nın En İyi Animasyon Film dalında Oscar ödülü alan filmi “6 Süper Kahraman” (Big Hero 6) gösterilecek. 18 Nisan Cumartesi günü 56 şehirde ücretsiz gösterilecek filmin sonunda çocukları sürpriz hediyeler de bekliyor. Şenlik, Yıldız Holding şirketleri çalışanlarının da içinde bulunduğu 500’ü aşkın kişiden oluşan bir ekip tarafından hayata geçiriliyor. Biletler gişelerin açılmasından itibaren, seans sırasıyla dağıtılacak ve dağıtım, bilet tükenene kadar devam edecek. Yedi yılda 850 bini aşkın çocuğu sinemayla buluşturan Ülker Çocuk Sinema Şenliği’ne katılmak için il ve salon bilgisi www.ulker.com.tr’de

Çocuk orkestrası ‘Peter ve Kurt’ ile sahnede

$
0
0

Ünlü Rus besteci Sergey Sergeviç Prokofyev’in çocuklar için bestelediği eserlerden ‘Peter ve Kurt’ ilk ulusal çocuk senfoni orkestrası olan Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrasının yorumuyla sahneye taşınıyor.

DÇSO, 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı etkinlikleri çerçevesinde müzikseverlerle buluşacağı program kapsamında 19 Nisan Pazar günü 14.00 ve 16.00 saatlerinde TİM Maslak Show Center’da sahne alacak. Şefliğini ve genel müzik direktörlüğünü Prof. Rengim Gökmen’in üstlendiği, Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası tarafından seslendirilecek eserde Peter rolünü ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ ve ‘Küçük Ağa’ gibi televizyon dizileriyle tanınan çocuk oyuncu Emir Berke Zincidi, anlatımını ise Selçuk Yöntem üstleniyor.

Klasik gitarcılar İstanbul’da buluşuyor

$
0
0

Bu yıl ikincisi gerçekleştirilecek Uluslararası İstanbul Klasik Gitar Festivali 18-23 Nisan tarihleri arasında Caddebostan Kültür Merkezi’nde (CKM) yapılacak.

Genel sanat yönetmenliğini Cem Küçümen’in yaptığı festivale Aniello Desiderio (İtalya), Marcin Dylla (Polonya), Solo Duo (İtalya), Gilbert Biberian (İngiltere), Celil Refik Kaya (ABD-Türkiye), Fuego del flamenco (İspanya) gibi her biri alanlarında başarılı genç gitaristler katılacak. Festivalde ayrıca, seminerler, bestecilik atölyesi ve genç yeteneklerin konserleri de olacak. Bu yıl ilki yapılan ve yarışma sonucunda seçilen 7 solist; Parsa Sanjari (İran), Jacopo Lazzaretti (İtalya), Timur Dersuniyelioğlu (Türkiye), Aktaş Erdoğan (Türkiye), Umut Süme (Türkiye), Luis Suarez Quixtan (Fransa) ve Narges Sabzeali (İran) konserlerde sahneye çıkacak. Festivalin onur madalyası ise İstanbul’da doğan ve 17 yaşına kadar bu kentte yaşayan İngiliz gitarist ve besteci Gilbert Biberian’a verilecek. Biberian’a madalyası, 18 Nisan, saat 20.00’de CKM Büyük Salon’da açılış konseri öncesinde yapılacak törenle takdim edilecek. (www.istanbulclassicalguitarfestival.com)

Film festivali polis baskınından dönmüş

$
0
0

İstanbul Film Festivali Direktörü Azize Tan, yaşanan sansür krizinin perde arkasını anlattı. Kültür Bakanlığı’nın “eski yazıyı yeniymiş gibi göstermekle” suçladığı Tan, Bakur belgeselinin gösteriminden bir gün önce bakanlıktan telefon aldıklarını, ardından da polislerin gelip filmin gösterilip gösterilmeyeceğini sorduklarını söyledi.

34. İstanbul Film Festivali’ndeki sansür krizinin yankıları sürüyor. Kuzey/Bakur adlı belgesel filmin gösteriminin iptaliyle başlayan krizde, Kültür Bakanlığı’nın “eski yazıyı yeniymiş gibi göstermekle” suçladığı festivalin direktörü Azize Tan, dün katıldığı bir televizyon programında bu iddiaya cevap verdi. CNN Türk’te Mirgün Cabas’ın sunduğu ‘Her Şey’ programına konuk olan Tan, Kültür Bakanlığı’ndan telefon geldiğini, ardından da polislerin gelip film gösterimiyle ilgili bilgi aldıklarını anlattı: “10 Nisan Cuma günü Kültür Bakanlığı’ndan telefon geldi. Ertesi gün de kanun maddesini hatırlatan eski yazıyı yeniden mail attılar. Sonra emniyetten görevliler geldi.”

Kültür Bakanlığı’ndan, kayıt-tescil ve eser işletme belgesiyle ilgili yönetmeliği hatırlatan bir telefon e-mail aldıklarını söyleyen Azize Tan, krizin perde arkasını şöyle açıkladı: “Festivalin ilk haftasında, 8 Nisan’da bir yerli belgesel, 11 Nisan günü de 5 tane kısa filmin gösterimi yapıldı. Bu filmlerin de kayıt tescil ya da eser işletme belgesi yoktu. Oralarda bir sorun olmadı. Biz cuma akşamı bir telefon aldık. Cumartesi günü de bakanlıktan bir mail geldi. Telefonda filmlerle ilgili kayıt tescil belgesi olup olmadığı soruldu. Biz de SEK’ten (Sanatsal Etkinlikler Komisyonu) aldığımız izin yazımızı bakanlığa gönderdik. Festivalin içeriğinden festival komitesinin sorumlu olduğu ama festivalin düzenlenmesinde bir sakınca olmadığına dair bir yazı... Cumartesi günü de bir e-maille 2014 yılının Ocak ayında sadece bize değil, tüm festivallere gönderdikleri ilgili kanun maddesini hatırlatan yazıyı bir kere daha gönderdiler. Bu sırada hem 11 Nisan Cumartesi günü hem 12 Nisan Pazar günü emniyetten görevliler gelip eser işletme ya da kayıt tescil belgesi olmayan bir filmin gösteriminin orada yapılacağının bilgisini aldıklarını ve yapılıp yapılmayacağını denetlemeye geldiklerini söylediler.”


‘Sansüre imkân tanıyan kanun değiştirilsin’

Sinema meslek birlikleri de dün Atlas Sineması’nda bir araya gelerek bir basın açıklaması yaptı. !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, İstanbul Film Festivali, Belgesel Sinemacılar Birliği, Oyuncular Sendikası, Ankara Sinema Derneği, Ankara Uluslararası Film Festivali, TÜRSAK, SİNE-SEN, SE-YAP, FİLM-YÖN ve SİYAD’ın da aralarında olduğu meslek kuruluşları, sansüre imkân tanıyan kanun ve ilgili yönetmeliklerin değiştirilmesi gerektiğini dile getirdi. Kültür Bakanlığı’nın temel sorumluluğunun “sinemacıların özgür sanatsal üretimini teşvik etmek ve üretilen filmlerin izleyiciyle özgür bir şekilde buluşmasını sağlamak” olduğu belirtilen açıklamada, kayıt-tescil ve eser işletme belgesi yönetmeliği ile sınıflandırma ve değerlendirme yönetmeliklerinin uluslararası uygulamalar gözetilerek yeniden düzenlenmesi talep edildi.

‘Dünyanın En Büyük Müzesi: Türkiye’ sergisi Gaziantep’te

$
0
0

Kitap, belgesel (13 bölüm) ve sergi olmak üzere üç ayağı bulunan “Dünyanın En Büyük Müzesi: Türkiye” projesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Darphane-i Amire Binası, Ankara CerModern Sanat Galerisi, Berlin Uluslararası Turizm Fuarı ve Moskova Turizm Fuarı’nda sergilendikten sonra bugünden itibaren Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi’nde görülebilecek.

Anadolu topraklarının 12 bin 500 yıllık tarihini anlatan proje için Anadolu’da farklı coğrafyalarından ve farklı zaman dilimlerinden seçilmiş 100’ün üzerinde obje fotoğraflandı. Karain Mağaraları’ndan Göbeklitepe’ye, Çatalhöyük’ten Efes’e, Zeugma’dan Çavuştepe’ye kadar dünya tarihini değiştiren arkeolojik eserler böylece hem kitap, hem sergi, hem de belgesel olarak halka buluşuyor. Projeye ait fotoğraf sergisi Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi’nde 22 Nisan’a kadar açık kalacak. Sergi, Gaziantep’ten sonra yurt içinde İzmir, Adana, Bodrum ve Antalya’da yurtdışında ise Londra ve Paris’te açılacak.

‘Dünyanın en hızlı kemancısı’ geliyor

$
0
0

Dünyaca ünlü keman virtüözü David Garrett, Türkiye'deki ilk konserini vermek üzere İstanbul'a geliyor.

“Müziğin dahi çocuklarından biri” olarak bilinen genç virtüöz, 20 Mayıs’ta Haliç Kongre Merkezi’nde sahneye çıkacak. IEG Live ve Piu Müzik işbirliğiyle düzenlenecek konserde Garrett, İstanbul sahnesinde seyircisine Johannes Brahms’ın “Thuner Sonate”, “Andante Tranquill” ve “Regenliedsonate” gibi klasiklerinin de yer aldığı doyumsuz bir keman resitali sunacak. Konserde Garrett’e, piyanosuyla Julien Quentin eşlik edecek. Henüz dört yaşındayken kendi kendine keman çalmayı öğrenen; 7 yaşında resital vermeye başlayan ve 13 yaşında 2. CD’sini kaydeden David Garrett, ‘müziğin dahi çocuklarından biri’ olarak biliniyor. 2008 yılında “Flight of the Bumblebee” şarkısını 1 dakika 6,56 saniyede (1 saniyede 13 nota basarak) çaldığı performansıyla Guiness Rekorlar Kitabı’nda adı, “dünyanın en hızlı keman çalan insanı” olarak geçiyor. Sevilen klasiklerle birlikte pek çok rock ve pop klasiğini kendi özgün tarzıyla yorumlayan sanatçının, büyük bir hayran kitlesi bulunuyor.

Kutsal yolculuğa dair her şey, bu sergide

$
0
0

Küçükçekmece Belediyesi, Cennet Kültür ve Sanat Merkezi Sergi Salonu’nda Kutlu Doğum Haftası’na özel bir sergi düzenliyor.

25 Nisan’da açılacak “Kutsala Yolculuk: Kâbe-i Muazzama” başlıklı sergide, çeşitli dönemlerde elle ya da çeşitli baskı araç gereçleriyle hazırlanmış haritalar, taş baskılar, Kâbe örtüleri, resimler ve Hilye-i Şerif’lerle bu yolculuğa atıfta bulunan sanat çalışmaları yer alıyor. Küratörlüğünü Erkan Doğanay’ın yaptığı sergi 25 Mayıs’a kadar açık.


Cannes’da bir ‘kısa’mız var

$
0
0

68. Cannes Film Festivali’nin programı şekillenmeye başladı. 13-24 Mayıs arasında düzenlenecek festivalin kısa film bölümünde yarışacak filmler açıklandı.

Listede Türkiye’den de bir film var. Ziya Demirel’in ‘Salı’ adlı filmi festivalin kısa filmleri arasında Altın Palmiye için yarışacak. Geçtiğimiz yıl ‘Timbuktu’ filmiyle Cannes’dan ödül alan, Afrika sinemasının usta ismi Abderrahmane Sissako’nun jüri başkanı olduğu kısa film yarışmasında ikisi animasyon olmak üzere dokuz film yer alıyor. 100 ülkeden 4 bin 550 filmin başvurduğu yarışmada ‘Salı’ filminin rakipleri ise Ely Dagher’in ‘Dalgalar ‘98’ (Lübnan-Katar), Shane Danielsen’in ‘Misafirler’ (Avustralya), Céline Devaux’nun ‘Pazar Yemeği’ (Fransa), Dan Hodgson’un ‘Aşk, Kördür’ (Birleşik Krallık), Basil Halil’in ‘Ave Maria’ (Filistin-Fransa-Almanya), Jan Roosen ve Rf Roosen’in ‘Kanka’ (Belçika), Eva Riley’nin ‘Vatandaş’ (Birleşik Krallık) ve Iair Said’in ‘Bozuk Hediye’ (Arjantin) filmleri.

44 ülkenin çocukları Arkadaşım Bienal’de

$
0
0

Çanakkale’de 9 Mayıs-7 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan 2. Uluslararası Çanakkale Çocuk Bienali-Arkadaşım Bienal’in hazırlıkları devam ediyor.

Çanakkale Belediyesi, Arkadaşım Bienal Ekibi ve DADA Neşeli Fikirler Atölyesi işbirliğiyle gerçekleştirilecek olan bienal “İçim Dışımdan Büyük” sloganıyla tüm çocukları bienale davet ediyor. Bienale bugüne kadar aralarında Hindistan, Endonezya, Japonya, Kamerun, Porto Riko, Hollanda, Hırvatistan, Vietnam, Almanya, Fas ve Letonya’nın da olduğu 44 ülkeden ve Türkiye’deki 35 şehirden çocuk başvurdu. Ani Setyan’ın küratörlüğünde yapılacak olan bienalde Çanakkale’de 2 binin üzerinde çocuk insanların barış içinde yaşadığı bir sanat ülkesi için flamalar tasarladı. New York Çocuk Sanat Müzesi’nde şubat ayı boyunca 2. Uluslararası Çanakkale Çocuk Bienali için özel atölye çalışmaları düzenlendi. (www.arkadasimbienal.com)

‘Dünyanın En Büyük Müzesi: Türkiye’ sergisi Gaziantep’te

$
0
0

Kitap, belgesel (13 bölüm) ve sergi olmak üzere üç ayağı bulunan “Dünyanın En Büyük Müzesi: Türkiye” projesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Darphane-i Amire Binası, Ankara CerModern Sanat Galerisi, Berlin Uluslararası Turizm Fuarı ve Moskova Turizm Fuarı’nda sergilendikten sonra dün Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi’ne taşındı.

Anadolu topraklarının 12 bin 500 yıllık tarihini anlatan proje için Anadolu’da farklı coğrafyalarından ve farklı zaman dilimlerinden seçilmiş 100’ün üzerinde obje fotoğraflandı. Karain Mağaraları’ndan Göbeklitepe’ye, Çatalhöyük’ten Efes’e, Zeugma’dan Çavuştepe’ye kadar dünya tarihini değiştiren arkeolojik eserler böylece hem kitap, hem sergi, hem de belgesel olarak ortaya konuluyor. Projeye ait fotoğraf sergisi Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi’nde 22 Nisan’a kadar açık kalacak. Sergi, Gaziantep’ten sonra yurtiçinde İzmir, Adana, Bodrum ve Antalya’da yurtdışında ise Londra ve Paris’te açılacak.

'Huzur' okunsa İstanbul böyle korkunç olur muydu?

$
0
0

Sayısız roman okudu Selim İleri. Bu romanların çoğu hayatı boyunca ona yoldaşlık, yarenlik etti. Hatta bazı romanlarını yazarken onlardan ilham aldı. Türk edebiyatının ince işçisi, geçtiğimiz günlerde bir kitap yayımladı: “Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu”. 1874 yılından 1980’e kadar yayımlanan 229 romanı kapsayan bu kılavuz, adeta bir başucu kitabı.

65 yaşındasınız ve bunca yıllık okuma birikimini, ilkgençlik yıllarına kadar geriye giderek aktardınız. Bahsi geçen kitaplar için hafızanızda kalanlara mı güvendiniz yoksa yeniden okuma yaptınız mı?

Hafıza bazen yeterli olmuyor ya da yanıltıcı olabiliyor. Bellek onu başka türlü kapmış ya da zaman içerisinde kendine göre dönüştürmüş, şüpheye düştüğünüz vakit yeniden okumak bir zorunluluk oluyor. Ayrıca bundan sıkılmadım da, çünkü her yaşta her yeni okuma yeni bir boyut, yeni bir yorum getiriyor kitaba. Kitabı yazarken bir hata yapmayayım diye hemen hepsini sil baştan taradım, en azından tümden taradım, bazılarını da, Adalet Ağaoğlu’nun “Yazsonu” romanı gibi, oturup yeniden okudum. Şüpheye düştüğüm, unutmuş olduğumu fark ettiğim şeyler karşıma çıktıysa aklımda kalanla idare etmedim.

SEVDİĞİM ROMANCILARA TORPİL GEÇMEDİM

Şukufe Nihal gibi bazı romancıların kitapları arasından tercih yaparken Hüseyin Rahmi, Reşat Nuri, Refik Halid gibi yazarların hemen her kitabına yer vermişsiniz. Onlara torpil geçtiğinizi söyleyebilir miyiz?

Yok, geçmedim. Hatta kitap çok kalın hale gelmesin diye Reşat Nuri’den, Hüseyin Rahmi’den almadığım için üzüldüğüm bazı romanlar bile oldu. Torpil hiç geçmedim. Kitaba dâhil edemediğim için üzüldüğüm başka kitaplar, yazarlar da oldu. Sevdiğim bütün kitapları dâhil edebilseydim kitap bin sayfaya yaklaşacaktı, o da okur için bir külfet haline gelebilirdi.

İki cilt olarak yayınlamak bir çözüm olmaz mıydı?

İki cildi düşündük, fakat iki cilt Türkiye’de maalesef pek alışılmış bir şey değil. Birinci cildi alan ikinciyi bir daha almıyor ya da ikinciyi alan birinciyi fark etmiyor. Çok garip bir şey, “İlkgençlik Çağına Öyküler” diye bir öykü antolojim vardı benim, iki ciltti o. İkide bir birinci cildi biter ikincisi bitmezdi. İki cilt tehlikeli bir şey.

Çok sevip de dâhil edemediğiniz romanlar olduğundan bahsediyorsunuz. Onlar hangileriydi?

Mesela, unutulmuş bir romancıdır Şahap Sıtkı. Onun sadece “Kimin İçin” adlı romanını aldım. Oysa belki edebi açıdan “Kimin İçin”den daha değerli başka bir romanı var, “Güngörmeyen Sokak”, ama Ankara’daki bohem çevreyi anlattığı için “Kimin İçin” bana ilginç gelmişti, o yüzden onu aldım. Öteki, Antalya civarında bir Akdeniz kasabasını anlatan bir kitap, ilginç ve değerli bir kitap ama alamadım. Mesela İlhami Bekir Tez, onun “Herhangi Bir Roman Kitabıdır” diye bir eseri vardır, yayınlanışından sonra bir daha kimse ne almış, ne basmış, hiçbir şey olmamış. O da ilginç bir kitaptır. Hüseyin Rahmi’den almak istediklerim oldu, Refik Halid’in yazdığı bütün kitapları almak isterdim. Tabii kimse bana alma demedi ama seçmek zorunda kaldım. Daha çok meseleler etrafında kurmaya çalıştım. Belki onları vurgulamadım ama temel izlekler vardı. Doğu-Batı sorunu, kadının çalışma hayatı, aşk-ahlak konusu, modernizm ile gelenek… O izlekler içerisinde seçmeye çalıştım.

GÜNÜMÜZ ROMANINDA CİDDİ BİR DÖNÜŞÜM VAR

Peki, günümüz romanında bu etkilerin devam ettiğini söylemek mümkün mü?

Günümüzü çok fazla takip ettiğimi söyleyemem, bir defa önce onu itiraf edeyim. Ama gördüğüm şöyle bir şey var: bizi yetiştiren ve bizim de yazmaya çalıştığımız roman üslubu yavaşça nitelik değiştirmeye başladı. Dil değişiyor, anlatım değişiyor, hitap şekilleri değişiyor. Çok ciddi bir değişim ve dönüşüm var. Bu iyi-kötü diye bunu tartışmıyorum ama büyük bir dönüşüm olduğu muhakkak. Belki onlar da kendilerini benim önemsediğim meselelerden uzak tutup kendi meselelerini arıyorlar. Ama bu demek değildir ki, Türk toplumunda Doğu-Batı sorunu çözümlenmiştir ve bir senteze ulaşılmıştır. Ya da aynı şekilde dar kalıplı ahlak anlayışları üzerine gidilebilmiştir. Hayır, bunların hepsi sorun olarak hâlâ varlığını koruyor. O yüzden ben yeni yazarlarımızın da bu sorunlara dönüp bakacaklarına hâlâ inanıyorum. Bugün bir dönem ve başka meseleler etrafında dolaşılıyor ama yarın bu sorunlara dönülecektir. Doğu-Batı sorunu bence hem edebiyatımızda hem de toplumsal hayatta hiç bitmeyen bir sorundur ve bir senteze henüz varılamadığından dolayı da o sorun hâlâ bir yara gibi işlemektedir.

“TANPINAR TESADÜFEN GÜNDEME GELDİ”

Geçmişte Aşk-ı Memnu ve Eylül gibi bazı romanları yeniden yazmak istemişsiniz, neydi bunun sebebi?

Bunda tabii, iki sebep olabilir. Bunlardan biri, o romanı çok sevmiş olduğunuzu düşündüğünüz için siz de aynı şeyi yaşatmak istersiniz. İkincisi de, bu Batı’da çok yapılır hale geldi, mesela Jane Eyre’i vampir Jane Eyre yaptılar. Ben tabii vampir yapmayacaktım Eylül’deki insanları. Ama bu denenmiş bir şey. Eylül’ü gerçekten bir kez daha yazmak isterdim. Bilmiyorum Suat’la Necip’i yangına gönderir miydim! Bir de “Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi”ni yazmak isterdim. Çünkü orada hep ana kahramanın ıstırabı anlatılmaktadır. Hâlbuki orada bir de evli bir kadın vardır, Doktor Nejat’ın eşi, onu yazmak isterdim. Ya da “Kiralık Konak”tan Hakkı Celis’i… Ama artık yazmam herhalde.

Neden?

Hem yaşlandım, eski yazı isteğim aynı şiddette ve aynı kudrette devam etmiyor. Hem de bütün bunlarla ilgilenen çok az genç insan var. Bizim kuşak belki biraz ilgilenir. Ama genç insanlara baktığınız vakit Hakkı Celis’in onları çok fazla ilgilendireceğini sanmıyorum. İlgi de önemli değil, bugünkü ortama karşı bunları tekrardan gündeme getirmek için çok çabaladım. Gerek yazılarımda, gerekse başka alanlarda. Bu kitap da zaten böyle bir endişenin ürünü. Ama ne yaparsanız yapın, o ilgiyi yaratamıyorsunuz. Tesadüfen oluyor. Tanpınar tesadüfen gündeme geliyor.

Bu durumda Sabahattin Ali’nin çok satanlardan inmemesi için ne dersiniz?

Sabahattin Ali çok önemli bir nokta. Sabahattin Ali’yle ilgileniyorlar mı? Hiç zannetmiyorum. Adamın sadece Kürk Mantolu Madonna’sı, galiba 5 yıldır çok satanlarda. İnanamadım! Ama İçimizdeki Şeytan, ya da Kuyucaklı Yusuf, hele o cânım hikâyeler… Şimdi gerçekten insan Kürk Mantolu Madonna’yı sevse, gidip önceki eserlerine de bakar. Ben öyle bir insandım. Sevdiğim bir yazarın hemen koşup öteki kitaplarına da bakardım. Moda oluyor bizde. Modanın ötesine de gidilemiyor.

Peki, Kemal Tahir? Döneminde de çok okunmuş, şimdi de bilinen bir yazar…

Döneminde, ama şu da vardı, Kemal Tahir fırtına gibiydi. “Bozkırdaki Çekirdek”, Köy Enstitülerini olumsuz yönde eleştiriyordu. Doğru-yanlış onu ayrı tartışmak lazım ama o zamana kadar Köy Enstitülerini herkes savunmuş ve birdenbire bir romancı çıkıyor ve tamamen tersini söylüyor. Bu tabii bir olay olabiliyordu. Yani bugün nasıl mesela Gezi üzerine yazılmış bazı eserler bir olay olabiliyorsa, o tartışmanın getirdiği bir satış ve ündü, okuma arzusuydu. Ama bugün baktığınız vakit, o meseleler artık gündem dışı mı kalmış, ne olmuşsa olmuş, pek eski satışı yok.

Bu konu yüzünden edebiyat çevresi de ona sırtını dönmüş…

Müthiş bir satışı vardı. Attila İlhan o zaman Bilgi Yayınevi’nin genel yayın yönetmeniydi ve bana demişti ki, “Dini kitaplar dışında buradan Van’a gidebilen iki tane romancı, edebiyatçı var; biri Ömer Seyfettin, biri de Kemal abi. Hiçbirimizin kitabı gitmiyor.” demişti. Van’ı tabii bir sembol, uç nokta olarak alıyor. Yani Kemal Tahir bütün o eleştiri bombardımanının içinde okurla buluşabilmiş bir yazardı.

SİNEKLİ BAKKAL’IN YAZILDIĞI YILI BİLSEN NE OLUR!

Safvet Nezihi’nin Zavallı Necdet’i örneğin 60 yıl kadar ününü korumuş, oysa artık yok. Selami İzzet Sedes, Sermet Muhtar Alus, Reşat Enis hiç kalmamış. Günümüz yazarları 60 sene sonra belki olmayacak… Kitapların unutulmamasını belirleyen ne?

İletişim Yayınları Sermet Muhtar’ı büyük bir emekle yaşatmaya çalıştı fakat okur ilgilenmedi. Bir kitabın raf ömrü eskiden iki üç aymış, şimdi üç saate düştü deniyor. Belki bazıları daha uzun kalıyor ama normalde yayınlanan kitap sayısını böldüğünüzde üç saate kadar inmiş. Bu bir defa, bir cinnet! Alıcısı olmayan, okuru olmayan bir ülkede, böylesine çok yayın, bir cinnet bence. Okur yetiştirmek lazım ve biz onu yapamıyoruz. Onda da birçok sebep var, sadece eğitime bağlamak yanlış. Yarım asırlık yakın dönem tarihimizde çoğu zaman, ister sağ olsun ister sol olsun, düşman olarak görülmüş kitaplar, bu tabii çok acı bir şey. Hiçbir kitap düşman değildir. Kitaplara yaklaşım biçimimiz yanlış. Kitapları sevdirme konusunda en az benim yetiştiğim yıllardan beri eğitimimiz yanlış. Halide Edip kaç yılında doğdu, Sinekli Bakkal’ı kaç yılında yazdı, bunu öğrenseniz ne olacak Allah aşkına! Sinekli Bakkal nedir, onu kimse bilmiyor.

‘Huzur’ okunsa İstanbul böyle korkunç olur muydu?

Günümüzde olduğu gibi geçmişte de siyasi ya da ideolojik bir taraf tutmanın yazarla okur arasına girdiğini görmek mümkün. Yazarlar ne yapmalı?

Bütün bunların dışında kalmak lazım çünkü zaman geçiyor, bütün değer yargıları değişiyor. Yıllarca bu ülkede Nazım Hikmet’in bir vatan haini olduğu söylendi. Sonra ona vatan haini demiş bir kişi siyasi nutkunda onu bir vatan şairi olarak gösteriyor. Ben kimsenin bir şey okuduğuna inanmıyorum. Necip Fazıl mesela, onu ne savunanlar okuyor, ne de karşı taraf! Necip Fazıl Bey’in düzyazılarının çoğunu okumamıştım, geçen yaz onların hepsini okudum. Babali, inanılmaz derece önemli bir kitabı. Orada kendi kişisel yaşamına ait fevkalade önemli bilgiler veriyor bize. Başta da biraz ağır bir ithamla, devrinin onu tutan gözükenlerine karşı, siz bu kitabı nereden anlayacaksınız demiş. Bu bana inanılmaz bir şey gibi geldi. Demek ki bir iletişim kopukluğu var ve hiç kimse karşısındakiyle özdeşlik kurmak istemiyor. Böyle bir toplumda yaşıyoruz; bir trajedi bu. Bugün okunuyor denilen Huzur, Kürk Mantolu Madonna, Tutunamayanlar’ı da belki ekleyebiliriz, ben bunların bile büyük bir içtenlikle okunduğunu, kavrandığını düşünmüyorum. Huzur okunsa ve gerçekten algılanmış olsa İstanbul mimarisi bu kadar korkunç bir halde olabilir miydi? İmkansız bir şey bu.

Tescil yönetmeliği Ankara’da da yarışma iptal ettirdi

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live