Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

O anların öncesi ve sonrası

$
0
0
1959... Soğuk Savaş’ın buz kestiği yıllar. Fotoğrafçı Elliot Erwitt, Sovyetler Birliği’nin başkenti Moskova’da bir mutfak fuarındadır, stant fotoğrafları çekip, parasını alıp fuardan ayrılacaktır.Tam bir buzdolabı firmasının standındayken bir anda yanında dünyanın en ulaşılmaz ve popüler iki ismi belirir: Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı Richard Nixon ve Sovyetler Birliği Başbakanı Nikita Kruşçev... Peş peşe çektiği karelerden birinde Nixon, Sovyetler Başbakanı’na dikleniyor ve parmağıyla itiyormuş gibi görünüyor. Sonrasında fuarda Erwitt’e iş veren halkla ilişkiler şirketinin yöneticisi bu müstesna anın da olduğu fotoğrafları alır ve bir sonraki seçimde başkan adayı olacak Nixon’a pazarlar. Fotoğraf, dergilerden gazetelere, billboardlardan afişlere, her yerde kullanılır. Amerika’nın gücünü ve cesaretini ortaya koyuyordur. Afişlerdeki “Bay Kruşçev sizin torunlarınız özgür olacak” sloganı Nixon’a seçimi kazandırmasa da reklamcıların tabiriyle ‘olay’ olur. Oysa o sansasyonel karenin önü ve arkası hiç de öyle değildir. Bazı fotoğraflarda Kruşçev de sert çıkıyor, bazılarında birlikte gülüp şakalaşıyorlardır. Fuar boyunca konuştukları konu da Soğuk Savaş meseleleri değil, “lahana çorbası mı, kırmızı et mi?” gibi gündelik tartışmalardır.TARİHİN DÖNÜM NOKTALARINI YANSITAN FOTOĞRAFLAR İstanbul Modern’de dün açılan “Magnum-Kontakt Baskılar” sergisi, ikon olmuş birçok fotoğrafı öyküleriyle birlikte görme imkânı sağlıyor. Sergide, 80 yıllık bir dönemin görsel tarihine ait fotoğraflar, öncesi ve sonrasıyla bir araya geliyor. Robert Capa’nın 1944 yılında Normandiya Çıkarması’nda Amerikan birliklerinin Omaha kumsalına çıkışı, Eric Lessing’in 1956’da Budapeşte’de çektiği isyancı askerler, Burt Glinn’in 1959’da Havana’da görüntülediği Fidel Castro’yu bekleyen kalabalık, Philip Jones Griffiths’in 1967’de Vietnam’da çektiği, dönemin politikasını etkileyen “sivil kurban”, Bruno Barbey’in Mayıs 1968 Paris Ayaklanmaları, Stuart Franklin’in 1989’da 5 Temmuz sabahı Pekin’deki Tiananmen Meydanı’nda tanklara karşı tek başına durup yerini terk etmeyen yalnız protestocu, Thomas Hoepker’in 11 Eylül 2001 sabahı New York’ta East River’da çektiği bir grup genç...Sergide aynı zamanda Philippe Halsman’ın 1948’de Leda Atomica adlı tablosundan esinlenerek çektiği yakın arkadaşı Salvador Dali, Rene Burri’nin 1963’te bir röportajda çektiği Ernesto “Che” Guevara, Leonard Freed’in 1964’te Nobel Barış Ödülü’nü aldıktan sonra Baltimore’da çektiği “kollarla kuşatılmış ve korumaya alınmış” Martin Luther King, Eve Arnold’un 1961’de Chicago’da “şahane işbirliği içinde” çektiği Malcolm X, David Hurn’ün Londra’da Abbey Road Stüdyoları’nda çektiği “ünlü dörtlü” Beatles gibi birçok siyasi figür, oyuncu, sanatçı ve müzisyenin akıllarda yer etmiş portreleri de yer alıyor.‘Magnum-Kontakt Baskılar’ sergisi Magnum ajansı kurucularından Robert Capa’nın dediği gibi, ‘fotoğrafçıya seçme şansı veren sürecin fotoğrafları’na yakından bakmamızı sağlıyor. Serginin eş küratörlüğünü Lorenza Bravetta ve Gabriele Accornero yapıyor. Bir anlamda sanatçıların eskiz defteri ve gizli günlüğü niteliğindeki kontaktlar, analog dönemin büyülü dünyasına da kapı aralıyor. Lorenza Bravetta, fotoğrafları ve kontaktlarını sanatçılarla birlikte seçtiklerini anlatıyor. En ünlü ve ikon olmuş fotoğraflar değil, seçme ve düzenleme sürecini en iyi anlatan çalışmalar tercih edilmiş. Buna örnek olarak Steve McCurry’nin çöldeki bir fırtınadaki fotoğrafını gösteriyor Bravetta. Gerçek durum kum fırtınası fakat fotoğrafta sanki çölde dans ediyorlarmış gibi bir hayal var. Medyada fotoğraf kullanımının azaldığını söylüyor. 58 sanatçının 133 çalışmasının yer aldığı sergi, 2 Ağustos’a kadar açık. Daha sonra Amsterdam ve Latin Amerika yolculuğuna çıkacak.Serginin dünkü basın toplantısına (soldan sağa) Magnum Photos danışmanı Lorenza Bravetta, BASF Türkiye CEO’su Volker Hammes, İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı ve İstanbul Modern Fotoğraf Bölümü Yöneticisi Sena Çakırkaya katıldı.KONTAKT BASKI NEDİR?Kontakt baskı, bir veya birden fazla görüntünün negatifle aynı boyutlarda tek bir fotoğraf kağıdına pozlanmasıyla elde ediliyor. Çoğu zaman ressamların eskiz defterlerine benzetilen kontakt baskılar; fotoğrafçının, film rulosundaki kareleri ilk gördüğü andır. Fotoğrafların hiç müdahalede bulunulmamış, ham görüntülerini barındırarak sanatçıya bir özeleştiri ve seçim yapma imkanı sunar; bu anlamda, kontakt baskılara bakmak fotoğrafçının saklı tuttuğu özel çalışma alanına girmeye benzer. Diğer yandan fotoğrafçının bizim için seçtiği o eşsiz sahnenin öncesi ve sonrasını göstererek, o anın gerçekleşmesine tanıklık etmemizi sağlar. İzleyiciye çekim sırasında fotoğrafçıyla birlikte hareket ediyormuş ve onun gözlerinden görüyormuş izlenimi verir.Sergide kimler var?Sergide 60 kontakt baskı ve 1 video olmak üzere fotoğraflarla beraber toplam 133 çalışma bulunuyor. Sergide yer alan sanatçılar şunlar: Henri Cartier-Bresson, Chim (David Seymour), Herbert List, George Rodger, Robert Capa, Philippe Halsman (1930-49), Werner Bischof, Marc Riboud, Erich Lessing, Inge Morath, Elliott Erwitt, Burt Glinn (1950-59), Eve Arnold, Cornell Capa, Bruce Davidson, Constantine Manos, René Burri, Leonard Freed, David Hurn, Philip Jones Griffiths, Bruno Barbey, Paul Fusco, Josef Koudelka, Dennis Stock, Guy Le Querrec (1960-69), Susan Meiselas, Micha Bar-Am, Hiroji Kubota, Alex Webb, Abbas (1970-79), Peter Marlow, Steve McCurry, Ian Berry, Martin Parr, John Vink, Jean Gaumy, Ferdinando Scianna, Stuart Franklin, Gueorgui Pinkhassov (1980-89), Patrick Zachmann, Nikos Economopoulos, Larry Towell, Eli Reed, Martine Franck, Chris Steele-Perkins,Chien-Chi Chang, Bruce Gilden, Alessandra Sanguinetti (1990-99), Jacob Aue Sobol, Jonas Bendiksen, Trent Parke, Paolo Pellegrin, Thomas Hoepker, Cristina Garcia Rodero, Alec Soth, Mikhael Subotzky, Jim Goldberg (2000-10), Alex Majoli (2013).

Medeniyetler çatışması

$
0
0
Asteriks serisinin üç boyutlu animasyon filminde Jules César, Galyalılardan kurtulmayı kafasına koyar.Kelt şehrinin hemen yanına bir şehir kuran Sezar, ‘üstün’ Roma medeniyetini ‘cahil’ Galyalılara aşılamaya çalışır. Bir nevi kentsel dönüşüme girişen Sezar, Galyalıları oradan uzaklaştırarak onların yerine Romalıları getirir. Tehlikeyi erken fark eden Asteriks ve Oburiks de boş durmaz, Sezar’ın şehrinin hemen yanıbaşına başka bir site kurar ve medeniyetler çatışmasının fitilini ateşler!

Ömür dediğin 8 saniye!

$
0
0
Esra İnal, kendi hayatından hareketle yazdığı kitabın sinema uyarlamasında başrolde.Rüyalarla başlayıp mistik dünyalara açılan film, nihayetinde new age akımlardan birinin tanıtım filmi kıvamında sona eriyor. Berlin’de ailesiyle birlikte yaşayan Esra, birbirinin içine geçmiş iki hayat yaşar. Özel ilişkilerinde kendini kapana kısılmış hisseden Esra, hayatında bir şeylerin eksik ya da yanlış olduğunu düşünür. En büyük arzusu ise çocukluğundan beri rüyalarında gördüğü gizemli adamı bulmaktır.

Azerbaycan’ın ‘Kara Ocak’ı

$
0
0
20 Ocak / Kanlı Yanvar (Kanlı Ocak), Azerbaycan sinemasının en büyük bütçeli filmi.Nebahat Çehre’nin de rol aldığı film, Azerbaycan’ın bağımsızlığında bir dönüm noktası olan 20 Ocak katliamını anlatıyor. 1990 yılının 19 Ocak gecesi, Sovyet ordusu tanklar, zırhlı birlikler ve ağır silahlarla Bakü’ye girer. Rus askerleri, 143 kişinin hayatını kaybettiği ve tarihe Kara Ocak olarak geçecek katliama imza atar. Bu sırada Mehdi önderliğinde bir grup genç tankların karşısına çıkar...

Hayat denklemlere sığmaz

$
0
0
İngiliz astrofizikçi Stephen Hawking, Einstein’dan sonra bilim dünyasını en çok heyecanlandıran isim.Bunu bir anlığına unutursak, Hawking’in en önemli özelliği, karmaşık fizik ve astronomi kuramlarını herkesin anlayabileceği basitlik ve sadelikte geniş kitlelere anlatabilmesidir. Bunun için de günlük hayattan örneklemelere ve mukayeselere sıklıkla başvurur. Orijinal baskısı 2001’de yayımlanan Ceviz Kabuğundaki Evren /The Universe in a Nutshell kitabının ismi bile bu özelliğine verilebilecek en güzel örnek.Kara delikler ve kuantum fiziği üzerine çalışmaları ile bilinen Hawking’in en büyük arzusu, evrendeki bütün yasaları açıklayabilecek bir Her Şeyin Teorisi denklemi geliştirmektir. James Marsh’ın yönettiği film, her şeyi birleştirmeyi amaçlayan bu ‘son kuram’ ile aynı adı taşıyor. Hawking’in üniversite yıllarından başlayan film, hızlı bir şekilde onun Jane ile tanışmasına ve evliliğine geçiyor. İlk yarısı henüz bitmeden, ünlü bilim adamının ALS (motor nöron) hastalığı filmi ele geçiriyor. Her Şeyin Teorisi, gidebileceği bütün kapıların tokmağına bir kez vurup geri çekilerek hiç umulmadık bir şekilde bambaşka bir alana yöneliyor. Amansız hastalığa yakalanan karakterlerin hikâyesi gibi hayli bildik bir alana kayan film, bu manevrayla tekdüze bir biyografi oluyor. Kaldı ki, bu tür öyküleri anlatan Sol Ayağım (1989), Kelebek ve Dalgıç Giysisi (2007) gibi filmlerle kıyaslandığında hiç de parlak bir anlatım diline ve senaryoya sahip değil.En iyi işi 2008 yapımı Oscar’lı Teldeki Adam belgeseli olan yönetmen James Marsh, belgselci yönünü geri çekemediği için, film bir dramadan ziyade Hawking’in hayatını anlatan, olay örgüsü odaklı bir yapıma dönüşüyor. Hawking’in özel hayatının kritik anlarını ısrarla muğlak bırakan yönetmen, karakteri farklılaştırmak için herhangi bir adım da atmıyor. Sınırları belli karakterinde Felicity Jones iyi bir oyunculuk çıkarsa da filmin yıldızı Eddie Redmayne. Oscar ödüllü Redmayne, kendi varlığını aradan çekerek Stephen Hawking’in bedenini giyiniyor. Birebir taklitten ziyade Hawking’i ruhuyla kavrayabilen üstün bir performans sergiliyor.

Bir teselli ver

$
0
0
Paramparça Aşklar Köpekler, 21 Gram, Babil gibi filmlerin yönetmeni Alejandro González Iñárritu, dört Oscar’lı Birdman’de bilinen çizgisinin dışına çıkıyor. Meksikalı yönetmen, sahnedeki oyuncuların sahne arkası dramını anlatırken teknik sihirbazlığı ve enerjik kamera kullanımıyla seyirciyi hipnotize ediyor.Tıpkı Steve McQueen’in 12 Yıllık Esaret’te yaptığı gibi Alejandro González Iñárritu da yürüdüğü yolu değiştirerek Oscar’ı aldı. Iñárritu, önceki filmlerinde yaptığı ne varsa Birdman’de bunları bir kenara koyuyor. Paramparça Aşklar Köpekler, 21 Gram, Babil ve Biutiful’un yönetmeni, kesişen hayatlar, paralel öyküler ve mistik tesadüfler gibi temalardan ‘arındığı’ ilk filminde Akademi tarafından ödüllendirildi. Akademi, ‘devşirme’lerden hem Hollywood’a uygun bir dert, içerik ve hikâye anlatımı bekliyor hem de biçim yönüyle hipnotize edici bir ‘sihirbazlık’ numarası. Tekmili birden Birdman’de mevcut.Gözden düşmüş oyuncu Riggan Thomson’ın çırpınışını izliyoruz Birdman’de. 90’larda, Birdman adlı çizgi roman uyarlaması serisinde oynamış Thomson, bu gişe canavarı filmlerden kazandığı parayı ve şöhreti tüketmiştir. Şimdilerde Amerikan tiyatrosunun kalbinin attığı Broadway’de bir oyun sahneleyerek eski imajını temize çekmeyi amaçlar. Raymond Carver’ın Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz oyununu sahneleyen Thomson, sahnedeki aksaklıklarla uğraşırken, kendini gerçeklikten uzaklaştıran, kafasındaki ses ile de boğuşur.AH ŞU SANATÇILAR YOK MU!Iñárritu, kamerasını sahnedeki oyuncuların sahne arkası dramına çeviriyor. Bu dertler, Sunset Bulvarı (1950) ve All About Eve’den (1950) bu yana Akademi’nin ‘kadim’ gözağrılarından. Bunlara The Producers (1967), Opening Night (1977), Bullets Over Broadway (1994) vb. filmler de eklenebilir.Meksikalı yönetmen, bu ‘kadim’ meseleyi teknik sihirbazlık ve enerjik kamera kullanımıyla süslüyor. Iñárritu, biçimci çabasını gözden kaçırmamıza imkân tanımadan, yüksek oyunculuklarla “Ah şu insanlar; hele ki sanatçılar yok mu...” tadında bir kara komediye soyunuyor. Karanlıktan aydınlığa geçerken, merdiven boşluklarında, kapı çıkışlarında ya da gökyüzündeki kaydırmalarda kesilen, ancak tek plan hissiyatını elden bırakmayan kamera kullanımı filmin enerjik dilini ayakta tutuyor. Popüler kültüre, edebiyata ve tiyatroya bol göndermeli varoluşa dair diyaloglar ile sahne tasarımı sayesinde soluksuz bir aksiyon filmi izler gibiyiz. İlk sahneden itibaren seyirciyi yakalayan bu ‘sihirbazlık’ ve yüksek oyunculuklar bir noktadan sonra yorucu olabiliyor.Film boyunca bütün karakterler, neredeyse aynı cümlelerle birbirini teselli ediyor: “Sen çok iyisin. Başarılısın, burada olmayı hak ediyorsun. Sen olmasan ne yapardım” vs. Herkesin teselli edilmeye, değerli ve önemli olduğunu hissetmeye, dahası ‘vazgeçilmez’ olduğunun ilan edilmesine ihtiyacı var. Riggan Thomson, makyaj aynasının köşesine “Bir şey neyse odur, o şey hakkında söylenenler değil.” cümlesini iliştirmiş olsa da bunu bir türlü uygulayamaz. Sadece o değil, sahneye çıkan bütün oyuncular bir şekilde başkalarının onayına muhtaç.BU DÜNYADAN İSTEDİĞİNİ ALDIN MI?Bu noktada, izlemediği oyuna yıkıcı bir eleştiri yazmaya yeminli eleştirmen ile Riggan’ın karşılaşması devreye giriyor. Eleştirmen ile oyuncu/yönetmen arasındaki kısır ve klişe tartışmaların bildik kalıplarını yansıtan tartışmadan sonra Shakespeare’in Macbeth’inden şu bölüm duyulur: “Hayat dediğin nedir ki: Oynayan bir gölge, sahnede çırpınıp zamanını dolduran zavallı bir oyuncu. Oyun bitince duyulmaz artık sesi. Bir budalanın anlattığı gürültülü patırtılı bir masal.” Riggan, herkesin gündeme gelmek, var olduğunu ispatlamak, onaylanmak ve beğenilmek için bir şeyler yaptığını düşünür. Aynı dertleri kendisinin de taşıdığını, esas derdinin asil bir sanatçı kaygısı değil de “Daha ölmedim” demek olduğunu kızının sözleriyle fark eder. Onun amacı da bir parça tesellidir.Riggan Thomson dışında diğer rollerin tip olarak kaldığı filmde, bir tek Edward Norton, performansıyla rolünü sıradanlıktan kurtarıyor. Kariyeri, Riggan Thomson ile benzeşen Michael Keaton seçimi akıllıca; Keaton da bunun hakkını veriyor. Ancak senaryo bu ironiye, popüler kültür göndermelerine ve diyalogların felsefi gözükmesine dikkat ettiği kadar yan karakterlere ve hikâyeciklere önem vermiyor. Yönetmen de işin teknik sihirbazlığına ve sahne tasarımına yoğunlaştığından, seyirciyi hipnotize eden Birdman, bu alanlarda takdiri hak ediyor. Felsefi zeminindeki boşlukları ve teknik becerisi dışında meselesine kalıcı bir derinlik getirememesi ise en büyük zaafı.

Orhan Pamuk okurlarıyla buluşuyor

$
0
0
Orhan Pamuk, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan yeni romanı “Kafamda Bir Tuhaflık”ı imzalamak için bugün Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi’nde okurlarıyla buluşacak.Saat 14.00’te gerçekleşecek etkinlik, yazarla yapılacak söyleşi ile başlayacak. Moderatörlüğünü Erkan Irmak’ın yapacağı söyleşide; edebiyat, roman, hayat ve tuhaflıklar hakkında konuşulacak. Aralık ayında çıkan ve kısa sürede 3. baskısı yapılan Kafamda Bir Tuhaflık, Pamuk’un ‘bu kadar kısa sürede en çok satan kitabı’ olma özelliği taşıyor.

Edebiyat dergilerinde ‘zarf’ değişirken...

$
0
0
Yıllar önce bir edebiyat dergisi tasarımını değiştirmişti. Yeni sayının giriş yazısında editör, bazı okurlardan “Dergimizi geri istiyoruz” mektupları aldığını yazmıştı.Oysa dergi aynı dergiydi, sadece tasarımı değişmişti. Editörün verdiği cevap, aslında tasarımın, okur katında derginin kimliğini belirleyen bir değer taşıdığını ve bir değişiklik sonrasında derginin “aynı dergi” olarak algılanmayabileceğini de imliyordu. Anlaşılıyor ki, dergi yönetiminin daha nitelikli bir yayın için tasarımda, mizanpajda yapacağı değişiklikler beraberinde bazı eleştirileri ve riskleri getirebiliyor. Dergi okurunun kitap okurundan farklı bir kitle olduğu hesaba katıldığında renkli ve zengin görselliğe dayalı tasarımların okur katında bir tür nitelik kuşkusu oluşturacağı da düşünülebilir. Hâsılı dergiler için tasarım yenilemek, olumlu ve olumsuz bir yığın eleştiriyi de göze almak demek. 2015’te önemli edebiyat dergileri yeni yüzleriyle raflardaki yerini almaya başladı. 2003’ten 2012’ye kadar aylık yayınlanan ve 2012 Eylül’ünden itibaren yayın aralığını iki aylığa dönüştüren Kitap-lık dergisi, dergicilik tarihimizde yayımlandığı 22 yıl boyunca en çok tasarım değişikliğine giden dergilerden biri olarak dikkati çekiyor. Hiç kuşkusuz bunda dönemsel özellikler kadar derginin yayın anlayışı da belirleyici oldu. Dergi, 2015’in Ocak-Şubat sayısında “Kitap-lık renklendi” anonsuyla yayımlandı. Edebiyatımızın önemli dergilerinden Hece ve Hece Öykü ise Rasim Özdenören’in genel yayın yönetmenliğine geçtikten sonra okurlarını şaşırtarak yeni ve daha renkli bir kapak ve çeşitli çizimler ile yazar fotoğraflarının yer aldığı sayfa düzeniyle okurlarına ulaştı. Bu değişiklik sadece kapak ve iç tasarım düzeyinde yaşanmadı, derginin hacmi de değişti. 2015 öncesinde daha kalın basılan Hece ve Hece Öykü dergileri, bu yılın ilk sayılarında okurları daha ince sayılarla selamladı.Yağmur dergisi de kapaktaki görsel değişimle, bu yıl yeni bir tasarımla okurların karşısına çıkan dergiler arasında yer aldı. Dergi, canlı ve renkli kapağı kadar içeriğindeki özgün sunumuyla da dikkati çeken dergilerden. İtibar dergisi ise yeni dönemde iç düzenini korurken kapağını daha renkli hale getirdi. Önceden kapakta yazar ve şair portrelerine yer veren dergi, artık yekpare renkli tablolar kullanıyor. Bu da dergiye daha modern ve canlı bir kimlik kazandırıyor.İki aylık öykü, roman, eleştiri dergisi Dünyanın Öyküsü, yeni yılla birlikte kapak ve içerik tasarımını yenileyen dergilerden. Dergi eski kalabalık kapağını sadeleştirirken içerikteki yazıların anonsları daha koyu ve yalın bir şekilde verilmiş. Bu ilk sayıda kapakta Murathan Mungan ile Aslı Erdoğan fotoğrafları yer alıyor.Türk Dil Kurumu’nun çıkardığı Türk Dili dergisi de hem kapakta hem de içerikte ince ve küçük dokunuşlarla yeni bir tasarımı benimsemiş görünüyor. Dergide yazıların karakterleri ve kapaktaki yazar anonslarının sıralaması yeni yılla birlikte değişti. Seçilen hurufatın metinleri daha okunur kıldığı söylenebilir.Yüzünü yenileyen bütün dergilerin daha canlı ve renkli oldukları göze çarparken söz konusu değişikliklerin dergilere nasıl bir değer kattığı biraz da olurların ilgisiyle ortaya çıkacak.

‘Bütün seramiklerim yıkıldı bir ben kaldım’

$
0
0
AKM, Çankaya Köşkü, Tarabya Oteli, Avrupa Konseyi binası ve daha pek çok mekân için seramik panolar yapan Sadi Diren’in yeni sergisi D’art Sanat Galerisi’nde açıldı. Seramik kesmekten artık flu gören ve Caddebostan’daki evinde emeklilik günlerini geçiren Diren, mahzun: “Bütün seramiklerim yıkıldı, bir ben kaldım. Ben de gidince rahatça yıksınlar artık.”Elbette Sadi Diren’in tüm seramikleri yıkılmadı, yok olmadı. 60 küsur yıllık sanat hayatına sığdırdığı yüzlerce eseri var. Kimi Çankaya Köşkü’nde, Atatürk Kültür Merkezi’nde, Manifaturacılar Çarşısı’nda, kimi Strasbourg’daki Avrupa Konseyi binasında, pek çoğu da koleksiyonlarda. Ama ‘en büyük işlerim’ diye ifade ettiği bazı seramik panoları ve duvar kaplamaları son yıllarda kendisine haber bile verilmeden yıkıldığı için öyle hissediyor ve “Bütün seramiklerim yıkıldı, kala kala ben kaldım. Ben de gidince rahatça yıksınlar!” diye üzüntüsünü dile getiriyor. Seramik sanatına yıllarca emek veren bir sanatçı için acı bir durum bu. Galata’daki D’art Sanat Galerisi’nde geçen hafta 62. sergisini açan sanatçı, eserlerinin başına gelenleri bir bir sıralıyor: “1973’te Nejat Eczacıbaşı villası için bir seramik istedi. Havuzu çevreleyen duvara bir pano yaptım. Nejat Bey’in vefatından sonra evi genişletmek için o seramiği yıkmışlar. Bir ay çalışmıştım o pano için, 14 bin parçadan oluşuyordu. Oysa yerinden çıkarılabilirdi. Üzüldüm doğrusu.” İkinci yıkılan eseri, 1972’de Tarabya Oteli’nin barına yaptığı rengarenk seramik. Tarihi otel, yeniden yapılmak üzere birkaç sene önce yıkılınca eser de tarihe karışmış. İstanbul Üniversitesi’nin Baltalimanı’nda yabancılar için lokantası ve lokali vardır. Diren, bu mekâna da bir pano yapmış. Binanın üstünü kaplamak isteyince panoyu yıkmışlar. Ayakta olanlardan Manifaturacılar Çarşısı ve Atatürk Kültür Merkezi’ndekiler içinse ‘keşke yıkılsa, rezalet durumdalar’ diyor ve ekliyor: “Tarabya gitti, Baltalimanı gitti, Manifaturacılar keşke gitse, rezil ettiler. Önüne dükkânlar yapmışlar. Hiç bakılmamış. Şimdi sıra AKM’ye geldi. Depo gibi rezalet halde. O da yıkılmak üzeredir. AKM’nin mimarı Hayati Tabanlıoğlu istemişti o seramiği benden, aylarca sürdü çalışma, montajını da ben yaptım. Şimdi sonu ne olacağı belirsiz. Dört ayda yaptığım Strasbourg’daki 20 metrelik eserime ise tertemiz bakıyorlar.” Nejat Eczacıbaşı villası için yaptığı havuzu çevreleyen duvar panosu, 1973. Sanat yaşamına 1949’da başlayan Sadi Diren, Türkiye’deki seramik sanatını ayakta tutan başlıca isimlerden. Çok çalıştı, çok eser üretti. Türkiye’den Almanya’ya, İtalya’dan İngiltere’ye, Fransa’dan Macaristan’a kadar hem yüzlerce esere imza attı hem de seramik endüstrisi alanında yine yüzlerce tasarım gerçekleştirdi. Hem hocaları (Bedri Rahmi Eyüboğlu) hem de yabancı eleştirmenler tarafından övgüler aldı. 1964’te Almanya’dan yurda döndüğünde Eczacıbaşı Seramik Fabrikaları’nda süs ve mutfak eşyaları kısmına müdür ve sanatçı olarak girdi. 1982’de Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne dekan oldu. 1991’e kadar aynı göreve tekrar tekrar seçildi. 1991’de ise devlet sanatçılığı unvanı aldı. 1944’te de emekli oldu. 1972'de Tarabya Oteli'nin barına yaptığı bu eserle birlikte bina da yıkıldı. Sadi Diren, artık 88 yaşında. Caddebostan’daki evinde emeklilik günlerini geçiriyor. Kapısının zilinde hâlâ ‘devlet sanatçısı ve dekan’ yazıyor. Son iki seneye kadar seramik yapmaya devam ediyordu. Artık yardımcısı Fevziye Topçu ile hayatına devam edebiliyor. Etrafını flu görüyor. Gözünde seramik kesmekten sarı leke hastalığı baş göstermiş. Ama olsun, flu da olsa görüyor olmaktan memnun. 1953’te ilk sergisini açtığı Maya Sanat Galerisi’nin sahibi Adalet Cimcoz, onu sanat çevresine tanıtırken şöyle demişti: “Bu delikanlıya iyi bakın, geleceğin seramik ustası o.” Cimcoz, onun değerini ta o zaman fark etmişti, şimdi sadece öğrencileri sahip çıkıyor kendisine. Öğrencisi Emre Zeytinoğlu ve D’art Sanat Galerisi’nin sahibi Duygu Bağlan’ın küratörlüğünde açılan sergide sanatçının 1957’den 2010’a kadar yaptığı yaklaşık 60 eseri sergileniyor. Diren, 22 Mart’ta sona erecek sergisi için “Bu benim son sergim.” dese de öğrencileri peşini bırakacak gibi değil. Atatürk Kültür Merkezi için yaptığı dış duvar seramiği, 1971.

Sinema Akademisi’nden Yazarlık Okulu

$
0
0
İstanbul Sinema Akademisi, Mehmet Doğan’ın koordinatörlüğünde roman, hikâye ve temel yazarlık alanlarında Yazar Okulu Sertifika Programı düzenliyor.7 Mart - 28 Mayıs tarihleri arasında 48 saat sürecek programda, romanı Hasan Saraç, hikâyeyi Fatih Ordu, temel yazarlık eğitimini ise Mehmet Doğan verecek. Cumartesi günleri 12.00 ile 16.00 saatleri arasında gerçekleşecek programda usta yazarlar da seminer verecek. (Bilgi için: 0212 924 19 50)

Susmak da yazarlığa dahil mi?

$
0
0
Harper Lee’nin kült romanı Bülbülü öldürmek, tam 55 yıl önce, 1960’ta ilk kez basılmıştı.Hâlâ ilgiyle okunan romanın yazarı Harper Lee, daha sonra hiç kitap yayımlamadı. Herkesi şaşırtan haber ise birkaç hafta önce duyuldu: Harper Lee yeni bir roman yayımlayacaktı. Kitap Zamanı, mart sayısında Harper Lee’nin yarım yüzyılı aşan suskunluğunu ve edebiyat tarihindeki benzer örnekleri kapağına taşıdı. Mart sayısında ayrıca, Cesare Pavese’nin öyküleri, Nurdan Gürbilek’in denemeleri, Gustave Flaubert’in Duygusal Eğitim’i, Carlos María Domínguez’in kitap kurtlarına özel novellası, Peter Handke’nin sıra dışı anlatısı, John Steinbeck’ten bir politik taşlaması okurunu bekliyor. Kitap Zamanı, yarın Zaman ile birlikte tüm bayilerde.

E-kitap pazarı hareketleniyor

$
0
0
Türkiye dijital yayıncılık sektörüne mesafeli duran ülkelerden olsa da bu alanda son dönemlerde ‘yerli’ gelişmeler yaşanıyor. Bağımsız yazarların kendi kitaplarını doğrudan yayınlayabilecekleri bir platform olan Publitory, Can Yayınları’nın e-kitapları basılı kitabın yarısına satışa sunduğunu duyurması ve Calibro adlı ‘yerli’ e-kitap okuma cihazı, sektörü hareketlendirdi.Türkiye, yayın dünyası dijital yayıncılık ile arasındaki bağı kuvvetlendirmeye başladı. Yeni teknolojiler ve e-kitap platformları sektörü hareketlendirirken, yeni bir okur ve yazar tipi de yükseliyor. Yayın dünyası yerli bir bireysel yayıncılık platformu ile tanıştı: Publitory (www.publitory.com). Kendini “bağımsız yazarların kendi kitaplarını doğrudan yayınlayabilecekleri bir özyayıncılık platformu ve topluluğu” olarak tanımlayan bu yeni mecrada yazar, yayıncılık gömleğini de giyiniyor. Kitabını doğrudan site üzerinde yazıp yayına hazır hale getirebilen bu yeni yazar tipi özellikle Avrupa ve Amerika’da yükselen ve en çok kazanan yazarlar arasında iken yerli malı bir mecra olan Publitory ülkemizdeki bu boşluğu doldurmayı hedefliyor.Dijital yayıncılık sektöründe e-kitapların satış fiyatı uzun süredir, okuru mutlu edecek bir seyirde ilerlemiyordu. Maliyetinin düşük olmasına rağmen, yayıncıların bu kitapları neden yüksek fiyata sattığı eleştirileri sürekli gündeme gelirken, geçtiğimiz günlerde dijital yayıncılık pazarında önemli bir gelişme yaşanmıştı. “Aynısının Yarısı!” sloganıyla yola çıkan Can Yayınları e-kitapları, basılı kitabın yarı fiyatına satışa sunulmaya başlandı. Yayıncılık dünyasında senelerdir büyük bir tartışma konusu olan ve birçok okurun e-kitaba karşı mesafeli durmasındaki ana etmenlerden biri haline dönüşen bu fiyat süreci Can Yayınları’nın bu yeni kampanyasıyla pazarı daha da hareketlendirecek. Türkiye’deki öteki büyük yayıncıları da tetiklemesi beklenen bu karar, okurun dijital yayıncılığa karşı olan ilgisini artıracak gibi görünüyor.YAYINCILARIN MAZERETLERİ AZALIYORYayınevlerinin e-kitaba uygulayacakları fiyat politikası tamamen kendilerine has bir yaklaşım. Bu konuda belirlenmiş ortak bir anlayıştan söz etmek mümkün değil. Okurun beklentisini karşılamayan bu yüksek rakamlara karşı yayıncıların da kendilerine göre gerekçeleri var. Uzun süre, ülkedeki pek çok yayıncının dile getirdiği yüksek vergilendirmeler, dijital alanda üretime bir engel olarak sunuluyordu. Fakat, 2013’ün Aralık ayında Bakanlar Kurulu kararına göre, elektronik kitap ve benzeri yayınların elektronik ortamda satışında uygulanacak KDV oranı, 1 Aralık’ta yüzde 18’den 8’e düşürüldü. İndirimle birlikte basılı kitap ile e-kitabın vergi oranı eşitlenmiş oldu. Bu adımla yayıncıların vergi bahanesi bir nebze de olsa ortadan kalktı. Fakat, bu indirimi diğer Avrupa ülkeleriyle kıyasladığımızda çok da büyük bir gelişme olmadığını dile getirmek lazım. Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi Genel Yayın Yönetmeni Murat Gülsoy, yayıncıların yüksek rakamlarını şifreleme şirketlerine ödenen paraya bağlıyordu, zira e-kitabın kopyalanmasını ve paylaşılmasını engellemek için çok ciddi bir para ödenmekte. Sel Yayıncılık Genel Yayın Yönetmeni İrfan Sancı ise bu anlayışı yayıncının elektronik kitabı basılı kitaba rakip olarak görmesinin neden olduğuna dikkat çekiyordu.Küresel e-kitap pazarı hızla büyüyerek gelecek vaat ederken, dijital okuma eylemini okurlara sunan ‘yerli’ e-kitap okuyucuları da bu sektörün yeni aktörlerinden. Geçtiğimiz ekim ayında online kitap satış sitesi www.babil.com ile birlikte kurulan ve Libronet bünyesinde faaliyet gösteren Calibro, e-kitap cihazları arasında kendine yer edinmeye çalışıyor. Calibro, Türkiye’de 10 civarında olan e-kitabı, bu yıl sonunda 50 bine çıkartmayı hedefliyor. Özyayıncılık platformu, Calibro ve Can Yayınları’nın bu indirim atağından sonra dijital yayıncılık pazarının daha da farklı bir döneme girdiğini söyleyebiliriz, zira e-kitabın tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kendine bir yer edinmesi için e-kitaba mesafeli durmayan yayıncılara büyük sorumluluk düşüyor.

Türkçe'nin son destancısı göçtü

$
0
0
Usta yazar, Türkçenin günümüzdeki en büyük ismi Yaşar Kemal, 45 gün önce yoğun bakıma alındığı İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi'nde dün akşam saatlerinde hayata gözlerini yumdu. Usta'nın ölümü, bütün Türkiye'yi yasa boğdu, her kesimden insan, taziye mesajlarıyla üzüntüsünü dile getirdi. Yaşar Kemal, yarın öğle namazını müteakip Teşvikiye Camii'nde kılınacak cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'ndan toprağa verilecek. Yaşar Kemal için yarınki cenaze töreninin ardından saat 15.30'da Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda ailesinin de katılımıyla bir veda toplantısı yapılacak.Yaşar Kemal'i 92 yaşında kaybettik. Tedavi için gittiği İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi'nde, 14 Ocak Çarşamba günü yoğun bakıma alınan yazarın yorgun bedeni, artık tedaviye karşılık vermedi ve dün akşam saatlerinde dünyaya veda etti. Usta'nın ölümü bütün yurtta üzüntüyle karşılanırken, "PKK'ya silah bırakma çağrısı"nın konuşulduğu bir günde vefatı üzerine, 'ömrünü adadığı sorunun çözümünü göremedi' yorumları yapıldı. Kalemini Anadolu insanının sorunlarına, geleneğe, doğaya, ümide vakfeden Yaşar Kemal'in ölümü, sadece edebiyat dünyasında değil, bütün Türkiye'de ve Türkçe konuşulup yazılan bütün coğrafyalarda üzüntüyle karşılandı. Ölüm haberinin duyulmasının ardından sevenleri, okurları ve her kesimden insan, Çapa Tıp Fakültesi'ne akın etti. Sosyal medyada ise "Yaşar Kemal için ülkede yas ilan edilsin" kampanyası başlatıldı.70 YILA UZANAN YAZI HAYATI Yaşar Kemal, bir yazardan çok masalcı/destancı olarak anılmak isterdi. Aslında yaptığı da buydu; Çukurova'nın ve Anadolu'nun destanını yazmak...Gazete röportajlarından hikâye ve romanlarına, kaleme getirdiği 50'yi aşkın eserin tamamı, o destanın parçalarıydı. Türkçe'nin yaşayan en büyük ustası olan Yaşar Kemal, Türkiye'nin ilk Nobel Edebiyat Ödülü adayı olmak bir yana, fabrika işçilerinden tarlada çalışan kadınlara, üniversite hocalarından politikacılara kadar, bütün Türkiye'nin okuyup sevdiği belki de tek yazardı. Türkçe'nin geleneği içinde çağıldayıp gelen sesine kendi sesini de katarak oluşturduğu Yaşar Kemal Türkçesi, modern edebiyatımızın övünç kaynağı oldu. Eserleri 40'tan fazla dile çevrilen Yaşar Kemal, Türkçe'nin dünyada en çok tanınan ve takdir gören isimlerinden biriydi.Yaşar Kemal, 70 yıla yaklaşmış uzun ve bereketli bir yazı hayatına sahip. İlk öyküsü “Pis Hikaye”yi, 1946 yılında askerdeyken yazıyor Yaşar Kemal. İlk kitabı ise köy köy dolaşarak 16 yaşından itibaren derlediği bir folklor kitabıydı. Ağıtlar'ın (1943) özelliği, o güne değin çok az ilgi gösterilmiş ya da hiçbir yerde derlenmemiş ağıtları, tekerlemeleri bir araya getirmesiydi. İlk şiirlerini ise Kemal Sadık Göğceli ismiyle 40'ların başlarında yayımlamaya başladı. O dönemde ilişki kurduğu isimler, belki de hayatına bambaşka bir yön kazandıracak Abidin ve Arif Dino'ydu. 1951 yılında hapishaneden çıktıktan sonra, gazetede iş bulabileceğini söylediği için İstanbul'a, Arif Dino'nun yanına gider. Kemal'in Ağıtlar kitabı ve Bebek öyküsü, dile hâkimiyetini göstermesi bakımından ona adeta referans olur ve Cumhuriyet Gazetesi'ndeki işine kabul edilir. Burada artık günümüz gazetelerinde pek rastlanmayan türde röportajlar yapar. Mesela gider ve üç ayını kaçakçıların arasında bir kaçakçı gibi geçirir; onların acılarına, sevinçlerine, varlıklarına, yokluklarına katılır. Yani 12 yıl boyunca, sonuna kadar yaşayarak derinleştiği, her yönüyle kavramaya uğraştığı hikâyeler yazar. Röportajlarını bu kadar değerli kılan ise onun gazete için yazdığı bu yazılara en az hikâyelerine, romanlarına verdiği önem ve hassasiyeti göstermiş olmasıdır. “Ben röportajımı nasıl yaptım? Hemen şunu söyleyeyim ki, herhangi bir röportajıma herhangi bir romanım kadar çalıştım.” diyordu. Elbette şu sözünü de unutmamalı: “Röportaj bir edebiyat dalı sayılmak ne, röportaj bal gibi edebiyattır.” Yaşar Kemal'in Yaşar Kemal ismini alması ise 1951 yılında Abidin Dino'nun, geçmişinden dolayı işini kaybetmesin diye uyarmasının ardından yayımlanan ilk röportajıyla oluyor. Ancak ustanın bunu kabullenmesi pek kolay olmuyor: “Bir de, en büyük acım, insanlara yalan söyledim. Yaşamımda bunun kadar ağırıma giden hiçbir şey olmadı.”İNCE MEMED ADI ONUNLA ÖZDEŞLEŞTİYaşar Kemal'i Yaşar Kemal yapan ve 40'tan fazla dile çevrilerek yazarının adını dünyaya duyuran ise şüphesiz İnce Memed idi. Yaşar Kemal, bu romanı yazabilmek için işinden bir müddet izin alır ve 1953 kışında (o yıl dehşet, görülmemiş bir kış vardır) üç ay boyunca evine kapanır, elinde eldiveni, yıllar yılı düşündüğü romanını kaleme alır. İnce Memed, 1953-54 yıllarında gazetede tefrika edilir. Ağa baskısı karşısında dağa çıkan eşkıya üzerinden toplumsal yapıdaki aksaklıkları dile getirir ve tıpkı diğer tüm kitaplarında olduğu gibi ‘mecbur insanı' anlatır bu kitabında da. Başkaldıran insanı konu edinen bu romanın gerisinde aileden iki 'kahraman' vardır. Biri amcasının oğlu Rıza, ki o eşkıya olur ve dağda vurulur, diğeri çocukluğunda hikâyesini bolca dinlediği dayısı, o da bölgenin gelmiş geçmiş en büyük eşkıyalarındandır. 15 yıl aralarla yeni ciltlerini de yazar Kemal ve nihayetinde 4. cildi tamamladığında 60 yaşındadır. Yaşar Kemal, 92 yıllık hayatına, içlerinde roman, deneme, şiir, öykü, destansı roman, çocuk romanı ve çeviri de olmak üzere 50 eser sığdırdı. Halka ve doğaya sonsuz inancı, ‘insan'ın sorunlarını içeriden, kaynağından aktarmaya çabalaması onu yerellikten evrensele taşıyan en önemli özelliği oldu. Hatta der ki: “Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim.” Onun doğa ve insanı tüm gerçekliğiyle işlemesi kadar bir diğer özelliği de geleneğe yaklaşımıdır: “Gelenekten yararlanmayanlar, yararlanmak istemeyenler, dünyada da Türkiye'de de birtakım gariban zıpçıktılar. Her zaman söylediğim gibi, birçok kişinin de söylediği gibi bilimde ve sanatta atlamalar yoktur.”ÇOCUKLAR İÇİN DE YAZDI1970'lerin ortalarına kadar yazdığı romanlarda genellikle Çukurova'daki insanları anlatır usta romancı. Sözgelimi, Dağın Öteki Yüzü üçlemesinin ilk kitabı olan Orta Direk'te (1960) Toroslar'ın arka yanından Çukurova'ya ırgatlık yapmak için gelen insanların hikâyesini; 1967'de kaleme aldığı Teneke isimli romanında çeltik ağalarına karşı mücadele eden genç bir kaymakamı; Akçasazın Ağaları dizisinin Demirciler Çarşısı Cinayeti (1973) ve Yusufçuk Yusuf (1975) kitaplarında Çukurova'daki toplumsal yapının değişimini, eski toprak ağalarının yavaş yavaş sanayici olma süreçlerini anlatır. Burada asıl göstermek istediği bir düzenin çöküşü ve yozlaşmadır. 1976 yılından itibaren yazdığı Al Gözüm Seyreyle, Kuşlar Da Gitti, Deniz Küstü kitaplarında da Çukurova'nın dışına çıkar ve kent ile deniz insanını konu edinir. En son yayımladığı kitaplar ise Bir Ada Hikâyesi dörtlemesinin son kitabı Çıplak Deniz Çıplak Ada (2012) ile Tek Kanatlı Bir Kuş (2013) romanları ve Çocuklar İnsandır (2013), 70'lerde sokak çocuklarıyla yaptığı röportajlar."BEN İYİ YAZARIM, NİYE NOBEL VERMİYORLAR, DEMEM"Bütün bu süreçte de yurtiçinde ve yurtdışında sayısız ödül, nişan kazandı. İkisi yurtdışından olmak üzere 7 ayrı fahri doktora verildi kendisine. Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilen ilk Türk yazar oldu aynı zamanda. Yıllarca da tekrarlandı bu adaylığı. Konuya yaklaşımını ise yıllar önce Ahmet Taner Kışlalı'ya verdiği bir röportajda şöyle anlatıyordu: “Beni aday bile yapmaları büyük bir onur. İsveç halkının gösterdiği inanılmaz sevgi yeter bana. İsveç'te şu ana kadar 18 kitabım yayımlandı. 'Ben iyi bir yazarım da, bana niye Nobel vermiyorlar?', demek yanlış. Dünya çok büyük ve çok büyük de yazarlar var.” Yazarlığı etrafında dönen tartışmalar sadece Nobel'le ilgili değildi elbette. Zamanında onun yazarlığını hafife almak, yermek için ‘masalcı' dedikleri de oldu kendisine. Masalcılık ki, Kemal bunun gerçekliğine inansa sevincinden deliye dönerdi. Hatta bu konuda, masalcılığı bir yergi sıfatı olarak kullananlara inat, “Öyle mutlu olacağım ki bir masalcı olmaktan… sonsuz mutluluklar duyacağım…” diyor, “Masalcı gücüne erişebildiğime, o yüce yazarlık makamına kavuşabildiğime…”"HALKA KİM ZULMEDİYORSA, KARŞIYIM"Yaşar Kemal'in edebi kişiliğini siyasi yönünden ayırmak mümkün değildir. Onun siyasi kimliği, çok erken yaşlarda oluşmaya başlar. Kemal, ortaokulun ikinci sınıfında tanışır sosyalizmle. İşçiyi, işçi haklarını savunmak hayatının en temel dinamiği haline gelir. Emekçi sınıfın tamamen yönetime gelmesini isteyen Kemal, Türkiye İşçi Partisi'nde 1962 ile 70 yılları arasında 8 yıl çalışır. “Benim hiçbir politik ihtirasım olmadı, olmayacak. Bunda kararlıyım. Amma emekçilerin yanında, ölünceye kadar onların hakları için, onların yönetime gelmeleri için sonuna kadar çalışacağım.” diye anlatıyor o yılları. Sonra, sanatının adeta bir özeti olan şu cümleleri ekliyor: “Ben iki şeye inanırım. İki şeyin sonsuz gücüne, sonsuz yaratıcılığına, sonsuz değişimine; halk ve doğa. Sanatımı halkımla birlikte, onun büyük yaratıcılığı ile birlik olarak, onun için yaparım. Politikam da sanatımdan ayrılmaz. Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi… halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım.”BİR YARALI ÇOCUK, YAŞAR KEMALNüfus kaydında 1926'da doğduğu yazsa da, Yaşar Kemal (asıl ismi Kemal Sadık Gökçeli), Cumhuriyet'in ilan edildiği 1923 yılında, uçsuz bucaksız ovaların ortasında, Adana'nın Osmaniye ilçesine bağlı Gökçedam (o zamanki ismiyle Hemite) köyünde dünyaya geldi. Ama biraz önceye gitmekte fayda var bu hikâyeyi anlatırken. Gökçeli ailesi aslen Vanlı. Van Gölü kıyısında, Esrük Dağı'nın eteğindeki Günseli (o zaman Ernis) köyünden. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Rusların attığı top gülleleri artık köy meydanına düşmeye başlayınca aile, tıpkı diğer köylüler gibi göçe hazırlanıyor. Yola çıktıktan 1,5 yıl sonra, Adana'ya varmalarına az bir zaman kala, Sadık Efendi'nin (Kemal'in babası) sırtında taşıdığı yaşlı anası bir inilti duyduğunu söylüyor. Gidip bakıyor Sadık Efendi ki çalıların dibinde bir deri bir kemik kalmış bir çocuk cesedi. Yaşlı kadın cesedi orada bırakmaya razı olmuyor. Diyor ki: “Bir Müslüman'ın ölüsü böyle dağda kalamaz, kurda kuşa, çakala köpeğe yem olamaz.” Onlar konuşadururken çocuğun ölmemiş olduğunu fark ediyorlar. Yaralarını iyileştirip, güzelce besliyorlar bu sahipsiz, zavallı çocuğu.Çukurova'da yer yurt ediniyorlar. Yaşar Kemal doğuyor. Babası Sadık Efendi her yıl oğlu için bir kurban kestiriyor. Kemal 3,5 yaşına vardığında kurbanı bu defa halasının kocası kesiyor. Bu esnada elinden fırlayan bıçak Kemal'in sağ gözünü kaybetmesine sebep oluyor. Bundan bir sene sonra da göç yolunda bulup evlat edindikleri Yusuf, Sadık Efendi'yi camide namaz kılarken Yaşar Kemal'in gözü önünde, kalbinden bıçaklayarak öldürüyor. Kemal'i 4,5 yaşında yetim bırakan bu olayın sebebi ise kan davası.Babasının ölümünü kabullenmiyor uzun bir zaman Kemal, hatta bu yüzden mezarına bile hiç gitmiyor. Onun daha küçük yaşlarında doğayla bu kadar içli dışlı olması (romancılığında da doğanın bu kadar hâkim olması); böğürtlen toplamaya, tavşan yavrusu aramaya, kartal yuvalarına tırmanmaya, akarsuya düşen yıldızları izlemeye bu kadar merak duyuran aşkın sebebi, kim bilir belki babasına duyduğu bu derin, sonsuz küskünlüktür. Kendini anlattığı bir röportajda çocukluğuna derin, çok derin izler bırakan o doğa sevgisini şu cümlelerle anlatıyor: “Çocukluğumun dünyası anlatılamayacak kadar zengindi. Doğada her yaratık, her renk, koku beni sevinçten delirtiyor, kendimden geçirtiyordu.”İlkokul yıllarında sınıf arkadaşından özenerek âşıklar gibi şiir yazmaya başlıyor Kemal. “Âşık Kemal” adıyla ünlenmeye bile başlıyor ama annesi, belki de onu bırakıp gitmesinden korktuğu için buna katiyyen karşı çıkıyor. Bu yüzden ilkokuldan sonra eğitimine devam etmek üzere, elektrikle ilk kez karşılaştığı Adana'ya geliyor. Babasının ölümünden sonra iyice yoksullaşan ailesine yük olmamak için de bu tarihten itibaren çeşitli işlerde çalışıyor. Okula devam ettiği müddette çırçır fabrikasında, son sınıfta okulu bıraktıktan sonra ise 20'ye yakın farklı işte; pamuk tarlalarında ırgatlık, hademelik, ırgat kâtipliği, ırgatbaşılık, traktör sürücülüğü işlerinde çalışıyor. Bu süreçte en istikrarlı işi, beş yıl devam ettiği su bekçiliği. 17 yaşındayken siyasi nedenlerle ilk kez hapishaneye giriyor. Uzun sürmeyen bu hapisten sonra bir müddet İstanbul'da (gaz kontrol memurluğu), ardından Kadirli'de arzuhalcilik yapıyor. 1950 yılına gelindiğinde, yine siyasi sebeple (Komünist Parti kurucuları arasında bulunma gerekçesiyle) bir yıl süren bir mahpusluk... Sonra aklanarak beraat ediyor, fakat burada işler çok da yolunda gitmiyor. Bölge insanlarının lincinden ‘candarma kumandanının' yardımıyla kurtuluyor, bir kere de bıçaklanıyor. Edebiyatında halkın nefes alışları duyulan Yaşa Kemal, yoksulluğun, yoksunluğun ve ekmek kavgasının içinden çıkıp gelmiştir. Yazar Yaşar Kemal'i yetiştiren biraz da Anadolu toprağı ve bütün zenginliğiyle bu toprakların dünden bugüne taşıyageldiği folklörüdür.EDEBİYAT DÜNYASI YASTAAnadolu'nun en görkemli ağacı gittiDoğan Hızlan: Benim için bir edebiyat ustası ve bir dostun kaybı, ikisi bir arada gerçekten insana ağır geliyor ve tahammülü güçleştiriyor. Çünkü kitabını okuduğunuz bir yazarı kişiliğinin de övgüye ve görüşmeye, konuşmaya değer olduğunu gördüğünüzde ona bağlanıyorsunuz. Nice kitaplarını okuduğum Yaşar Kemal'in sadece bir usta yazar değil, aynı zamanda nasıl bir insan olduğunu herkese anlatmak isterim.Selim İleri:Yaşar Kemal, Türk edebiyatının en önemli köy romanıclarından biri sayılır. Oysa bence Türk edebiyatının en önemli kent romancısıdır. Al Gözüm Seyreyle, Kuşlar da Gitti, gibi son dönem eserleri onun bu alandaki gerçek başyapıtlarıdır. Büyük bir üslupçuydu. Nitekim, demin adını andığım kent romanlarında yepyeni bir üslupçulukla bu alanda yeni bir yol açmıştır. Edebiyatımızda kendi üslubunu kent romanında dile getirmiş. Zaman içerisinde Yaşar Kemal'in kent romancılığı yönü daha fazla işlenecek ve gölgede kalmayacaktır.Enis Batur: Ne denilebilir ki, bir çınar gitti. Anadolu'nun en görkemli ağacı gitti. Zeytin ağaçlarını anlattığı bir yazısı vardır onun. Bin yaşın üstündeki zeytin ağaçları vardır ya öyle bir eser bıraktı arkasında. Geçmişe ait değil geleceği olan bir yapıttı. Çünkü bazı yapıtlar yazarı öldüğü zaman, hangi tarihe aitse o tarihe ait olarak kalırlar. Yaşar Kemal ise öyle değildi, onun geleceğe ait bir ufku vardı. Bizim gerçek anlamda evrensel romancımızın o olduğunu düşünüyorum.Ara Güler:Yaşar Kemal Adana'dan İstanbul'a geldiğinde ilk tanıştığı insanlardan biri benim. Çok iyi arkadaş olduk. Son anlarına kadar da en iyi arkadaşlarımdan biriydi. En son bir buçuk ay öne evinde buluştuk evinde, oturduk, sohbet ettik. Hastaneye gittiğimde durumu ağır olduğu için görüğşmeedim. Bir gün onun memleketine gittim, bir kahveye girdim. Sizin hemşehriniz çok meşhur biri var benim de arkadaşım, tanıyor musunuz diye sordum. Kim? dediler, Yaşar Kemal dedim. Kahvedekiler “Boşver o komünisti” dediler. Halbuki nasıl bir insana hemşehri olduklarını bilmiyorlardı. Sadece Türk edebiyatı değil, dünya edebiyatı da büyük bir değerini kaybetti. Asıl Yaşar Kemal bundan sonra daha uzun ömürlü olacak. Şimdi kıymetini bilmeyenler ne kadar önemli bir insanı yitirdiklerinin farkında olacaklar. Murat Gülsoy:Çok üzüldük. Sadece bir yazar değil, bütün yazarları temsil eden yazar imgesi aynı zamanda. O tip bir yazarlık da umarım onunla birlikte ölmemiş olsun. Günümüz yazarlarından da, dünya yazarlarından da hepsinden farklı olan kişiliğiyle ve her sözüyle bunu teyit eden çok önemli bir kişiydi. Eserleriyle yazar bazen başka bir şeye dönüşür. Sadece büyük yapıtlar üretmiş bir yazar değil, aynı zamanda kendisi de o yapıtlarla büyümüş, bu coğrafyanın büyük bir yazarıydı. Büyük eksiklik. Ne mutlu ki son zamanına kadar yazdı.Ayfer Tunç: Yaşar Kemal sadece Türkçenin olağanüstü bir yazarı değil, yaşadığımız büyük coğrafyanın kalbi en büyük adamıydı. O bize sadece muhteşem yapıtlar bırakmadı, bütün insanlığın özellikle Ortadoğu halklarının kalbine insanlığıyla dokundu. Yaşar Kemal devlet dersinde öldürülen bütün çocukların gür sesi olarak yaşayacak. Tarifsiz üzgünüm...Işık Öğütçü: Yaşar abi yani Orhan Kemal ailesinin en yakın dostu. Böyle bir haberle hepimiz sarsıldık. Ama şuna inanıyorum ki eserleri daima yaşayacak, böylece kendisi de hep bizim gönüllerimizde yer alacak. Çok üzüntülüyüm. Hem ailesine, hem de Türkiye'nin tüm kitapseverlerine, okurlarına başsağlığı diliyorum.Sosyal medyada Yaşar Kemal taziyesi:Can Dündar: Yaşar Kemal öldü. Sadece Çukurova değil, ölüm orucundaki tutsak, pamuk tarlasındaki ırgat, dağdaki eşkıya, ayazda sabahlayan çocuk da yetim kaldı.Ahmet Ümit:Hepimizin ustası, güzel insan, büyük yazar, ailemizin bir üyesi Yaşar Ağabeyi kaybettik. Ülkemizin, tüm insanlığın başı sağ olsun...Fazıl Say:Efsanelerin yazarı koca Yaşar Kemal'imizi kaybettik. Büyük usta; her zaman kalbimizdesin. Nur içinde yat.Cem Boyner: Koca adam. Türkiye ağabeyini, vicdanını kaybetti.. Yaşar Kemal için Allah'tan rahmet ve ruhuna huzur diliyorum.

Yaşar Kemal son yolculuğuna uğurlandı

$
0
0
Tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren ünlü yazar Yaşar Kemal'in (92) cenazesi öğle vakti Teşvikiye Camiinde kılınan namazın ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'nda defnedildi.Tedavi gördüğü hastanede 92 yaşında hayatını kaybeden Yaşar Kemal için Teşvikiye Camii'nde cenaze namazı kılındı. Namaz öncesi Teşvikiye Camii'ne siyaset, sanat, iş ve spor dünyasından çok sayıda isim akın etti. Cami avlusu ünlü yazarın sevenleri ile doldu. Ünlü yazar için daha sonra Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda tören düzenlendi. Ardından da Zincirlikuyu Mezarlığı'nda defnedildi.YAN YANA UĞURLADILARCenaze namazına katılanlardan bazıları şöyle: Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Cemil Çiçek, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 1. Ordu Komutanı Salih Zeki Çolak, Orhan Pamuk, Sunay Akın, Ufuk Uras, Cengiz Çandar, Tarık Akan, Rutkay Aziz, Cem Boyner, Mustafa Denizli, Süleyman Çelebi, Can Dündar, Mehmet Sevigen, Eşber Yağmurdereli, Aydın Doğan, Halit Kıvanç, Sırrı Sakık, Fatih Terim.ABDULLAH GÜL: BABAMIN ARKADAŞIYDIEski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ünlü yazar Yaşar Kemal'in cenaze namazına katıldı. Çok bilinmeyen bir detayı paylaşan Gül, "Yaşar Kemal babamın arkadaşıydı. Telefonla görüşürlerdi. Geçen Kurban Bayramında babama 'çoluk çocuk nasıl?' diye sormuş." dedi.Türk edebiyatının temel taşlarından Yazar Yaşar Kemal, son yolculuğuna uğurlandı. Bütün sevenleri Teşvikiye Camii'ne akın etti. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de cenazeye gelenler arasında yer aldı. Usta yazarla ilgili görüşlerini dile getiren Gül, "Türk edebiyatının büyük ismi, büyük ustası, büyük sanatkar, düşünür ve fikir adamı Yaşar Kemal'i kaybetmenin üzüntüsünü millet olarak yaşıyoruz. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum. Başta eşi Ayşe Hanım olmak üzere herkese de başsağlığı diliyorum. 2008'de Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Ödülü'nü kendisine tebliğ etmekten de gurur duyuyorum. Başka bir şey daha var kamuoyu çok bilmez. Yaşar Kemal babamın arkadaşıydı. Bazen telefonla da görüşürlerdi. Keyseri'de beraber çalışmışlar. Hatta geçen Kurban bayramında telefonla görüşmüşler. Çoluk çocuk nasıl diye babama sormuş. Böyle Anadolu'nun bütün değerlerini taşıyan büyük bir yazardı. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum." diye konuştu.ORHAN GENCEBAY: YAŞAR KEMAL HAKLININ YANINDAYDIÜnlü yazar Yaşar Kemal'in Teşvikiye Camii'nde kılınan cenaze törenine katılan sanatçı Orhan Gencebay da, "Mağdurun yanındaydı. Haklının yanındaydı. Doğruyu iyiyi güzeli anlattı. Çok şey öğretti bize. Çok büyük bir insandı. Allah gani gani rahmet eylesin. Hepimize sabır versin!" ifadelerini kullandı.KILIÇDAROĞLU: EDEBİYAT ÇINARIMIZI YİTİRDİKCHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Yaşar Kemal'in ölümü ile ilgili yaptığı değerlendirmede, Türkiye'nin önemli bir edebiyat çınarını kaybettiğini söyledi.Ünlü edebiyatçı Yaşar Kemal Teşvikiye Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından son yolculuğuna uğurlandı. Kemal'in cenaze merasimine katılan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, gazetecilerin soruları üzerine şunları söyledi: "Edebiyat çınarımızı yitirdik. Onu bugün uğurlayacağız. O Türk edebiyatının görkemli bir çınarıdır. Gazeteciliği röportajı sanatı sevgiyi barışı ondan öğrendik. İnce Mehmet'i okuduğum yıllarda lise öğrencisiydim. O tarihten bu yana Yaşar Kemal hayatımın parçası oldu. Evinde kendisini ziyaret ettim. İnsan dostuydu. Düşüncelere saygılıydı. Nobel ödülünü alamadı ama benim gönlümde Nobel ödülünü alan yazarlarımızdan biriydi. Çok şey söylenebilir onunla ilgili. Türkiye'nin başı sağ olsun.Yaşar Kemal'in (92) Zincirlikuyu Mezarlığı'ndaki kabri hazırlandıKENDİ SÖZLERİYLE VEDA EDİLDİTedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden ve bugün son yolculuğuna uğurlanan Yaşar Kemal için Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda tören düzenlendi. Cihan Ünal, Meltem Cumbul, Tilbe Saran ve Selçuk Yöntem'in ünlü edebiyatçının eserlerinden alınan bölümleri okunduğu törende, İdil Biret konser verdi.Yaşar Kemal'in toprağa verilmesinden sonra sevenleri Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'na akın etti. Çok sayıda sanatçı, siyasetçi ve edebiyatçının katıldığı törende Yaşar Kemal için saygı duruşu yapıldı. Nebil Özgentürk'ün hazırladığı 'Türkiye'nin Evrensel Yazarı' belgeseli dikkatle izlendi. Salonda bulunan izleyiciler ünlü edebiyatçıyı kendi sesinden şiir ve hikayelerin de yer aldığı belgeselle yeniden alkışladı.Programda kişisel konuşmalar yer almadı. Bunun yerine Yaşar Kemal'in şiir ve hikayelerinden oluşan bölümler seslendirildi. Meltem Cumbul, Tilbe Saran, Cihan Ünal ve Selçuk Yöntem'in seslendirdiği bölümler salondan sık sık alkış aldı. İdil Biret'in mini konseri programın en dikkat çeken bölümlerinden birini oluşturdu. Hayattayken Yaşar Kemal'in de övgüyle bahsettiği Biret, salonda bulunanlara piyanosuyla özel bir konser verdi.KÖYÜNDE GIYABİ CENAZE NAMAZIUSTA Yazar Yaşar Kemal İstanbul'da düzenlenen törenle son yolculuğuna uğurlanırken, doğduğu Osmaniye'nin Gökçedam (Hemite) Köyü'nde de gıyabi cenaze namazı kılındı. Namaza, protokol üyeleri de katıldı.Gökçedam Köyü Camisi'nde öğle vakti kılınan cenaze namazına Osmaniye Vali Vekili Alp Eren Yılmaz, İl Jandarma Komutanı Albay Tayfun Dündar, Emniyet Müdürü Nurettin Gökduman, siyasi parti temsilcileri ile köylüler katıldı. İl Müftü Yardımcısı Ali Yazıcı'nın kıldırdığı gıyabi cenaze namazında kadınlar da saf tuttu. Namazın ardından Ali Yazıcı, Yaşar Kemal için helallik istedikten sonra dua etti. Daha sonra Yaşar Kemal'in komşusu olan emekli imam 73 yaşındaki Mustafa Çelik, usta yazarın köyde çok sevilen biri olduğunu ve onu kaybetmenin üzüntüsünü yaşadıklarını belirterek Yaşar Kemal için dua ettirdi.KÜLTÜR EVİNİ GEZDİLERNamaza katılanlar daha sonra Yaşar Kemal Kültür Evi'ni ziyaret etti. Evi gezerek yazarın fotoğraf ve kitaplarını inceleyen protokol üyeleri ve köylüler daha sonra İnce Memed Anıtı'na geçerek burada hatıra fotoğrafı çektirdi. Gökçedam İlköğretim Okulu öğrencileri de dersten çıkarak kültür evini ve İnce Memed Anıtı'nı ziyaret etti. Anıta çiçek bırakan öğrenciler, "Onun eserlerini okuyarak büyüyoruz, onun adına yapılan parkta oynuyoruz. Kendisini çok seviyorduk ama maalesef öldü. Bundan sonra yine onun kitaplarını okuyacağız" dedi.

Mezarına köyünden toprak getirildi

$
0
0
Yaşar Kemal’in 1923 yılında dünyaya geldiği Osmaniye Gökçedam köyünde yaşayanlar, hemşerilerini kaybetmenin acısını yaşıyor.İnce Memed Anıtı, Yaşar Kemal Kültür Evi ve Yaşar Kemal Parkı’nın da bulunduğu Gökçedam’da dün Kemal için sala verildi, bugün Teşvikiye Camii’nde cenaze namazı kılınırken, hemşerileri de aynı anda onun için saf tutup gıyabi cenaze namazı kılacak. Ardından baba ocağından getirilen toprak, yazarın mezarına serpilecek. Yaşar Kemal Çukurova Kültür Derneği Başkanı Mehmet Özer, “O bu topraklara gelemedi, biz de kendisinin doğup büyüdüğü bahçeden aldığımız toprakla yola çıkıyoruz. Bu toprağı mezarına serpeceğiz. Bu topraklarla beraber Yaşar Kemal’in mezarında çayır çimen yeşerecek, kendisi yeşerecek, ruhu şad olacak.” dedi.Yaşar Kemal’in köydeki arkadaşları da üzüntülü. Ölüm haberini duyunca çok ağladığını belirten 92 yaşındaki çocukluk arkadaşı Ahmet Koşar, “Beni ‘Sarı Ahmet’ diye bilirdi. 20 yılımız birlikte geçti. Çok iyi biriydi. Hiçbir zaman ağzından kötü bir laf duymadık. O okudu, ben okuyamadım. Okula giderken beline kadar suyun içinden geçerdi. Ölümüne çok üzüldüm.” dedi.

İnce Memed, Çukurova’da çekilsin istedi ama…

$
0
0
Yaşar Kemal’in 1955 tarihli ilk romanı İnce Memed, 1984’te İngiliz oyuncu ve yazar Peter Ustinov tarafından Memed My Hawk (Şahinim Memed) adıyla sinemaya uyarlanmıştı.Senaryosunu da yine kendisinin yazdığı filmde Ustinov aynı zamanda Abdi Ağa rolünü üstlenmişti. O yıllarda Yaşar Kemal’i Ustinov ile tanıştıran yönetmen Fuad Kavur’du. Londra’da yaşayan Kavur, ‘İnce Memed’in komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle Türkiye’de çekilmesine izin verilmediği yıllarda Yaşar Kemal’in üzüntüsüne bizzat tanıklık etti. Kavur, o süreci şöyle anlatıyor: ‘’Onunla 1979’da Paris’te tanıştım. Peter Ustinov ile çalışıyordum. Yaşar Kemal Paris’e geldiğinde onu Ustinov ile tanıştırdım. Ustinov, İnce Memed’i filmiyle çok ilgileniyordıu, romandaki Abdi Ağa’yı oynayacaktı. Ancak dönemin hükümeti filmin yapımcılığını üstlenen Fox Film şirketine, filmi komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle Türkiye’de çekmelerine izin vermedi.” Fuad Kavur, Yaşar Kemal’in filmi Çukurova’da çekmek istediğini belirterek şunları ifade etti: “Ankara’ya gidip Bülent Ecevit’ten filmin çekimi için izin istedim. Kabul etti. Ben Londra’ya dönene kadar hükümet düştü ve yeni hükümet İnce Memed’i komünist propaganda yaptığı gerekçesiyle reddetti. Ben de çekimleri Yugoslavya’da yapmaya karar verdim. Yaşar, buna gerçekten çok üzüldü. Filmi Çukurova’nın bozulmamış topraklarında çekmeyi çok istiyordu.”

Yaşar Kemal'in vefatı dış basında

$
0
0
AP (ABD): İlk romanı İnce Memed ile tanınan Yaşar Kemal, aynı zamanda ilk yıllarında kalemini Marksizmi desteklemek ve kendisinin de bir parçası olduğu Kürtler dahil Türkiye’deki azınlıkların haklarını savunmak için kullandı.”New York Times (ABD): Kürt haklarının açık sözlü savunucusu ve ülkesinin liderlerinin keskin muhalifi olarak Yaşar Kemal, sık sık yasalarla sorun yaşıyordu. BBC (İngiltere): Yaşar Kemal Türkiye’nin ilk Nobel Edebiyat Ödülü adayıydı. Çalışmaları sayısız dile çevrildi. Guardian (İngiltere): Yaşar Kemal mazlumların yaşamlarına eğilen ve çalışmaları 40 dile çevrilen Türkiye’nin en büyük yazarlarından biriydi.

“Keşke İnce Memed'i yazmasaydım”

$
0
0
Yaşar Kemal, Kitap Zamanı’nın 1 Mayıs 2006 tarihinde yayımlanan 4. sayısındaki ‘Keşke Yazmasaydım’ başlıklı kapak dosyası için konuşmuş ve bakın neler demişti:Yaşar Kemal: Keşke yazmasaydım dediğim kitaplarım arasında İnce Memed var. Bunu daha önce söyledim ya. İnce Memed benim yaşamımda hep ürkütücü oldu. Çünkü birden patladı. O zamana kadar, çok az roman çevrilmişti başka dillere. Hiçbiri de hiçbir ülkede tanınma olanağı bulmamıştı. İnce Memed ilk olaraktan "bestseller" oldu dünyanın birçok ülkesinde. Önce İngiltere'de, sonra İskandinavya'da, Almanya'da, Fransa'da... Amerika'da bile sevilen bir roman oldu. İşte bu da benim canıma okudu. Ülkemde kanıma ekmek doğrayacak insanlar çoğaldı. Milli Emniyet bile bana Fransız Komünist Partisi'nin desteğiyle Nobel'i aldırdı. İnce Memed'in macerasını ancak bir kitap yazarak tamamlayabilirim. Anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdiler. Ömrümü kararttılar. Dışarıda kitabının çıkması için yardım ettiğim bir arkadaşıma, başıma gelenleri saatlerce anlattım ki, sonunda bana küsmesin, diye. İnce Memed'i keşke yazmasaydım diye içimden çok geçti. Çok pişman oldum. O olmasaydı başıma gelenlerin çoğu başıma gelmezdi. Hele bu günlerin Türkiye'sinde, aman Allah! Son yıllarda bana tavır nedense biraz değişti. Şaşırtıcı bir davranış. Bu nereden geliyor, diye şaşkınlık içindeyim ya, arkadan kopacak fırtınayı da beklemiyor değilim. Türkiye'de yazar olmak neymiş! Her şeye karşın, kiminde yazarlık sevinci yaşamıyor değilim. Ama traktör şoförlüğü günlerimi de aramıyor değilim. Çoğu kez, keşke ömrümü bir traktörle birlikte bitirebilseydim diye düşünüyorum. O işte de beni rahat bırakmadılar ki... Gündeşlioğlu gibi söyleyeceğim, sözlerini biraz değiştirerek. "Yürü bre heey yazarlık elimden, dolanıp belime kuşak oluksun."

Binbir çiçeğin bahçıvanı

$
0
0
Yaşar Kemal öldü… Büyük yazarların ölümüyle beliren yalnızlığı, onların geride bıraktığı büyük boşluğu, kırılmış bir uzvun acısını sıcaklığı geçtikten sonra duymak gibi, ancak saatler, günler devrilmeye başladıkça fark edersiniz.45 gündür yoğun bakımda olan Yaşar Kemal’in ölümü, elbette beklenen bir durumdu, alışıyorduk neredeyse. Fakat öyle olmuyor; ölüm haberi duyulur duyulmaz, büyük bir çığ kopuyor, bir sarsıntı… Sonra tarif edilemez bir yalnızlık, gittikçe büyüyecek bir boşluk. Yaşar Kemal öldü! Bu, derin bir uçurum demek. Bir çağın kapanması, ayaklarımızın altındaki toprağın gümbürtüyle çöküvermesi… Büyük ve yol açıcı ustaların ölümü böyle duyumsanıyor; Hemingway’in, Pablo Neruda’nın, Marquez’in ve Dağlarca’nın göğümüzden kayıp gitmeleri…CUMHURİYET TARİHİNİN TANIĞIYaşar Kemal kimdi ve neyi temsil ediyordu bu toplum için? Özgürlük ve demokrasi mücadelesinde; yasakların tarihe gömülmesi ve kalıcı barışın sağlanması için bu adın anlamı neydi? Türkçe edebiyat için roman, öykü, röportaj yazarlığı için neydi anlamı? Bunları düşünüyoruz şimdi, bunları düşünmek gerekir. Yaşar Kemal, en geniş anlamıyla bütün bir 20. yüzyıl demektir. İlk 23 yılını yaşamamış olsa da… 92 yıllık ömür, bir bakıma Cumhuriyet tarihinin özeti. İnsanca, uygarca yaşamanın önündeki engeller, sonu gelmeyen yoksulluk ve yoksunluk. Öbür yanda emek sömürüsü, ağalık sistemi, özgürlük ve demokrasi kıtlığı... Yasaklar, türlü kılıklara bürünerek ortaya çıkan Faşizm… Onun bütün hayatı ve edebiyatı, bunları kayda geçirmek ve bu kısır döngüyü aşmak için mücadeleyle geçti. 1975’te Milliyet Sanat Dergisi’nin soruşturmasına verdiği cevapta söylemişti: “Türkiye uzun yıllardır demokrasi uydurması, perdesi altında bal gibi faşizmi yaşıyor. Demokrasi, demokrasi diye kendimizi aldatıyoruz.” Bir şey daha: “Çoğunlukla gazetelerimiz bu örtülü faşizmin birer çığırtkanı.” Değişen bir şey var mı?BÜYÜK YAZARLARIN SONUNCUSUYaşar Kemal ile edebiyatımızda bir dönem bitti, büyük yazarlar devri kapandı. Orhan Kemal’lerin, Nazım’ların, Dağlarca’ların sonuncusuydu o. Dipten gelen bir romancı, destancı, öykücüydü Yaşar Kemal. Edebiyat, yaşanarak yapılan bir şeydi onun için. Yazdığı her cümlenin içinde hayatın teri, kalp atışı, acısı ve sevinci duyuluyordu. İşte bu yüzden, ülkenin ilk Nobel adayı ve dünyada en çok tanınan Türk yazarı olduğu gibi kaçakçıların, fabrika işçilerinin, ırgatların, mağara adamlarının da yazarıydı. Yalnız yazarı değil, dostu… Onu dünyanın büyük yazarları katına çıkaran da bu yönüydü. Halkının derinden derine akan büyük sesini, sızısını edebiyata taşıyabilmesi. Romanlarında, öykülerinde Dede Korkut, Karacoğlan ve Dadaloğlu konuşuyordu. Sesinde halk hikâyeleri, tarla işçilerinin türküsü, kaçakçıların ağıtları, çobanların heyemolası vardı.İŞÇİLERİN, IRGATLARIN, KAÇAKÇILARIN DOSTUYaşar Kemal adı, haklı bir biçimde Ernest Hemingway’in, Pablo Neruda’nın yanına yazılıyorsa bu, baskılara, tüm faşizmlere karşı özgürlüğün sözcüsü olmayı ve halkının derinlerdeki acısını yine onun diliyle seslendirmeyi başardığı içindir. Neruda, fabrikalara gidip yüksek sesle şiirlerini okuduğunda, işçiler onu gözyaşlarıyla alkışlıyordu. Bir sonbahar günü cenazesi, faşizmin namluları altında Peru Caddesi boyunca ilerlerken, kadınlar karanfiller atıyor, işçiler kitaplarını açıp şiirlerini okuyordu. Neruda’nın yapabildiği, bu topraklarda belki ilk ve son kez Yaşar Kemal’e nasip olmuştur. O, röportaj yapmak için aralarında aylarca kaldığı kaçakçılardan dostları olduğunu yazmıştı. Devlet başkanları, büyükelçiler, üniversite hocaları ve dünya yazarları kadar, köyünün çarıklı kadınları, ırgatlar ve işçilerle de oturup kalkıyordu. Çapa’da yoğun bakıma alındıktan sonra işçiler ziyaretine gelmişti. Türkçenin başka hangi yazarı böyle bir ayrıcalığa erebilmiştir? Kim bilir, belki de bugün, Teşvikiye Camii’nin avlusuna fabrika işçileri, ırgatlar, hamallar, kaçakçılar gelecek, içlerinden çıkıp dünyaya varmış bu adamı son kez selamlayacaklardır.Her usta gibi Yaşar Kemal de hem hayatı hem de eseriyle büyük bir derstir. Hayatının dersi, barış ve demokrasi… ‘Yalansız, dolansız, uydurmasız’ çağdaş demokrasi istiyor, buna er geç kavuşacağımıza inanıyordu. Onu uzunca yaşatan ve bunca inancı kuşandıran da sarsılmaz umuduydu. Barışa hep inandı. Ondan alınacak en büyük ders, umudu korumaktır. Sömürüye, baskıya, umutsuzluğa, tek sesliliğe şiddetle karşıydı. “Binbir Çiçekli Bahçe” demişti bir kitabına. “Dünyamız, ne büyük mutluluktur ki, on binlerce çiçekli bir kültür bahçesidir. Her kültürün bir rengi, bir kokusu vardır. Dünyamızın bir çiçeğinin koparılması, dünyamızdan bir rengin, bir kokunun yok olmasıdır.” Böyle bir dünya tasavvuru… “Ben aydınlığın türkücüsüyüm.” diyordu. “Hep birden bir sevinç türküsü olup dünyayı sevinç, kardeşlik türküleriyle doldurmalıyız.” Unutmamalı: “Ülkelerin türkülerini yaratanlar, kanunlarını yaratanlardan daha güçlüdür.”

Göbeklitepe Üsküdar’da

$
0
0
Şanlıurfa’da keşfedilen ve Dünya’nın bilinen en eski mabedleri olan Neolitik Çağ döneminden kalma Göbeklitepe Tapınakları ile ilgili akla gelebilecek her tür soru 3 Mart Salı günü saat 19.00’da Bağlarbaşı Kültür Merkezinde en yetkili ağızdan cevaplanacak.Şanlıurfa’da keşfedilen ve Dünya’nın bilinen en eski mabedleri olan Göbeklitepe tapınaklarının kaşifi Alman arkeolog Prof. Dr. Klaus Schmidt’in eşi ve kendisi de arkeolog kimliği ile tarihi keşfin her aşamasında görev alan Çiğdem Köksal-Schmidt, Üsküdar Belediyesi’nin organize ettiği etkinlikte tarihi keşfin öyküsünü anlatacak. Göbeklitepe neden Mısır Piramitleri ve Stonehedge’den daha önemli bir keşif? Dünyayı heyecanlandıran ve tarihi teorileri çökerten bu arkeolojik keşif nasıl yapıldı? Göbeklitepe’yi kimler ne amaçla inşa etmişti? Göbeklitepe’nin mimarları kimdi? Göbeklitepe’yi diğer cilalıtaş dönemi arkeolojik bulgularından ayıran özellikler neydi? Anadolu'nun Tarihi Değiştiren Kazıları Tarihi Değiştiren Kazılar projesinin ilki olarak gerçekleştirilecek Göbeklitepe etkinliğinde ünlü isimlerin katıldığı bir de panel yer alıyor. “Dicle’den Meriç’e, Göbeklitepe’den Yenikapı’ya Tarihi Değiştiren Kazılar” panelinin moderatörlüğünü Arkeoloji ve Sanat Yayınları Yöneticisi arkeolog Nezih Başgelen yapacak ve panelde kazılarla ilgili görsel bilgileri paylaşacak. Duayen arkeolog Prof. Dr. Refik Duru da kazıların tarihi açıdan önemini yorumlarken, gazeteci-yazar Mehmet Ali Bulut ise panelde Dinler Tarihi açısından arkeolojik bulguların öneminden bahsedecek. Ayrıca, ünlü oyuncu Adnan Erdoğan ve yazar Yaşar İliksiz’in koordinatörlüğünde gerçekleşecek etkinlikte ''Burası Göbeklitepe'' adlı belgesel gösterimi ve bir de fotoğraf sergisi yer alıyor. Göbeklitepe’nin hiç bilinmeyen görüntülerinin de yer aldığı ''Dünden Bugüne Göbeklitepe'' fotoğraf sergisinin küratörlüğünü ise Salih Koca üstleniyor.
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live